15 Nisan 2013 Pazartesi

Bugün değilse, hiç bir zaman


Bloggerlarım,
“Peki hiç kardeşi olmayanlar?” diye soranları hayalkırıklığına uğratacağım. Bilmiyorum ki!
Ben cevapları bilenlerden değilim. Ben soruları arıyorum.
İlle de bilmişlik yapmak için, tahminimi yazabilirim. (Hayatı tahmin edebilenlerden değilim. Bildiğimi sandığım her şeyden uzağım. Ben yaşadığım kadarım. Bir de hayallerim varJ)

Kardeşi olmayan bir kızım var benim.  Tacı-tahtı yerinde, evrenin merkezi… Paylaşmak zorunda olma, en sevdiklerini kaybetme riski, göründüğü kadarıyla gündeminden uzak. Evren O’nun etrafında dönüyor. Tabii, yörüngeden çıkanlara düşman!
Ben tek çocukları aşı olmamış çocuklara benzetiyorum. Tüm dünyaya karşı hazırlıkları bağışıklık sistemlerinin doğal gücü kadar… Durup dururken birisi onlara iğne batırıp, sersemletilmiş mikropları bünyelerine sokmuyor. İğne, hafif ateş, hastalık emareleri, ağrı-sızı, korku falan yok. Amaaaa bünyeleri ne kadar sağlamsa, o kadar adapte oluyorlar sisteme. Bünyede zayıflıklar varsa, fena. Yakalıyor kızamıklar, su çiçekleri, …Hırpalan dur. O zaman geliyor iğneler, ateşler, acılar,…
Aşılılar belki de hiç karşılaşmayacakları ne varsa, önceden bünyeye almış oluyor. Bedenin dayanıklılığı fazla… Bünye hazır. Baştan eziyet neyse çekilmiş, bedel ödenmiş.
Dünya hali anlaşılmaz malum; kimi bünyeler onca aşıya rağmen yine perişan, kimileri hiç aşı olmadan canavar gibi idare ediyor. Sadece doğuştan sahip oldukları ya da aşılar değil ki; bu işler karışık! Ailen, yaşadıkların, arkadaşların, dünyaya verdiğin anlam, seçtiklerin, bıraktıkların var elbet…
İstersen ağrıdan, sızıdan, ateşten korkmayıp ne varsa yaşar, kendi kendini aşılarsın. İstersen steril fanustan çıkmaz arada kafayı uzatırsın, elleri yıkar, organik beslenirsin falan, ne biliyiiim…

Bağışıklık sistemiyle kafayı bozmuş olmamın bir sebebi var elbet bloggerlarım. Haftalardır perişanım. Bir boğaz enfeksiyonudur ki, sürünüyorum. Aşısı yok bu meretin. Hayat böyle, bazı şeylerin aşısı yok. İlle de başına gelecek. Kah sürünüp, kah tadını çıkarıp başa geleni çekeceksin. Geldi mi, bil ki geçecek. Geçti mi, bil ki artık senindir.
Arada yıpranma oluyor tabiiJ O da bu işlerin şanından. Nasılsa anı biriktirmek, anılarda birikmek için yaşamıyor muyuz? “Yoo, ben anı biriktirmek ve anılarda yer etmek için yaşamıyorum ki” diyenlere sözüm yok. Belki bir gün, bir yol bizi karşılaştırır, kim bilir?
Devam ettikçe yoluma çıkan ve yolumdan çıkan her şeyde ve herkeste bir anıyla beraberim. Tuhaftır bloggerlarım, belirsizliğin en fazla olduğu anlarda bile güvendeyim. Bana sorarsanız, tüm endişeli kararsızlıkların, “yeterince” emin ol(a)mamanın çaresi bir tane; “bugün değilse, hiç bir zaman.”    

"...dünya öyleisne çiçeği burnundaydı ki, pek çok şeyin adı yoktu daha ve bunlardan söz ederken parmakla işaret edip göstermek gerekirdi." Yüzyıllık Yalnızlık/Gabriel Garcia Marquez

-Blog niye artık maille gelmiyor? Niye facebook'ta yayınlanmıyor?
-Bilmem. Böylesi bana daha iyi geliyor. Üşenmeden okuyanlar, hatta yorum yazanlar olunca mutlu oluyorum. Teşekkür ederim.