19 Eylül 2011 Pazartesi

Düzeltme!

Sabah aldığım ilk mail kocamdan geldi. "Daldığım derinlik 150 m değil, 15 m. Hemen düzeltmeni rica ediyorum."
Kocam beni onlarca okuyucusu olan, yazdıkları mühim biri sanıyor.
Böyle inanmak hoşuma gitti. Hemen hatamı düzeltiyor, siz sevgili okurlarımdan özür diliyorum.

...
Tam zamanında terk etmelisin gerekiyorsa
Annenin babanın evini,
Tam zamanında başka bir şehre gidip
Ayaklarının üzerinde durmaya çalışmalısın.
Tam zamanında dönmelisin memleketine.
Tam zamanında için titremeli,
Tam zamanında aşık olmalı
Deli gibi sevmelisin güzel gözlünü.
Tam zamanında toplamalısın oltanı
Belki de seni şampiyon yapacak
En büyük balığı kaçırmadan.
Tam zamanında yaşlandığını hissetmeli
Tam zamanında ölmelisin
Iskalamak istemiyorsan hayatı.
Haydi şimdi kalk bakalım
Silkin şöyle bir
At üzerinden hayatın yorgunluğunu,
Vakit zannettiğinden daha az
Haydi kalk bakalım,
Şimdi YAŞAMAK ZAMANI…..

Can Yücel/Tam Zamanında

17 Eylül 2011 Cumartesi

Belki ilerde...

Efendim şimdi, bu blog yazma işinde de epeyce zaman geçirmişken bir özet zamanı geliyor.
İkinci yıl şerefine bir liste blogu hazırlasam mı diye aklımdan geçiriyorum. Çakma ev hanımının iki yılı.
Dur bakalım. Bir özet yazmakla blogu kapatmak arasında gidip gelen düşüncelerim sanırsam terazi burcu olmamdan...
Bir karar verince sizlere de söylerim.

Son iki yılda artan biçimde teknoloji sevdiğimi ve network sahibi oluverdiğimi baştan itiraf ediyiim.
Kitaplara ve dergilere olan aşkım azalmadı. Zor bağlanan ama tüm bağlarını organik algıladığı için nevrotik bir karakteri olan bir orta yaş kadını olmayı sürdürüyorum. Üstelik doğumgünüme de çok az kaldı. Astrolojiye, burcuma giren satürn yüzünden midir nedir, inancım arttı. Ayrıca şu evrene atma işine de inanır oldum.

Devamı çakma ev hanımının itirafları listesinde. Tabii belki...

"Anlaşılan oydu ki, her an kusursuz bir ölçü tutturmaya çalışmanın gerginliğinden sıyrılıp sonsuza dek rahatlamaya çalışıyordu." Latife Tekin/Ormanda Ölüm Yokmuş

Röportaj

Bu hafta okullar açıldı. Kızım 4.sınıf oldu. Zaman...
Balkonda oturuyorum. Bloguma başlayalı neredeyse 2 yıl oluyor. Çakma ev hanımı olmaya niyet edeli 2 yıl olmuş bile!
Geçen haftasonu Ayşe Arman'ın onkoloji hekimi ile yaptığı röportajı okudum. Bir şey beni çok etkiledi. Önemli bir gözlemini anlatmış doktor; Türkiye'de insanların ölümle barışık olmadığını düşünüyor. 
"Haklı mı acaba?"diye aklımdan geçti. Ölümle barışık olmak kolay mı? Belki de bunun için yaşamla barışık olmak gerek.
 Doktor gözlemini Amerika'daki deneyimindeki hasta davranışlarına kıyasla yapmış. Oradaki hastalarının, ölümü daha huzurla kabul ettiklerini gözlemiş.
Buradan bakınca konunun ölümle değil de yaşamla ilgili olabileceği geldi aklıma. Yaşamını dilediğince yaşamış olmak mıdır vedalaşmayı kolaylaştıran? Ben payıma düşeni aldım duygusu mu?
Biz, memleketimizde yaşamımızı seçmeyiz genellikle. "Seçtim" diye kendini avutanlara"nelerdi olasılıkların?" diye bir sorun. Ne kadar kısıtlı, sınırlı bir hayalgücü ile karşılaşacağınızı göreceksiniz. Bizler, genellikle küçük kutularda yaşar, kutunun dışında canavarların bizi beklediğine inanırız. Kalıbımız ne olursa olsun, ömrümüzü önümüzdeki kutuya sığmak için küçülmeye  ya da genişlemeye çalışarak geçiririz. Kutusundan çıkmak isteyenleri etrafımızda istemeyiz. Telef olmalarını bekleriz. Kimimiz gizli, kimimiz açıktan bunu dileriz. Aksi halde kutumuzun içine sığışmak için vazgeçtiklerimizle baş etmemiz gerekir. Dışarıya çıkanı canavarlar parçalamıyorsa, biz boşuna mı orada sıkışıp kaldık???

Kutunun koruması dışına çıkanları bekleyen canavarlar değil de yalnızlıktır.  Tökezleyip düşmesini bekleyen kıskanç bir kalabalığın bakışları... Bir de suçluluk duygusu... 

Kutusundan çıkmayanlar bekler. Kutuya gelecek mutlu günleri bekler...  Dışarı  çıkamayınca mecbur bir şeyler gelsin diye beklenecek... 
Ertelenen, bir konserve kutusu içinde sıkı korunmuş, hiç eskimeyen, yıpranmamış bir hayat...
Kutusundan çıkmamış, sadece evde giyilmiş ayakkabılar vardır ya, onlar gibi. Tam ayakkabıları giyip sokağa çıkacağım derken ayakkabıların artık demode olduğunu fark etmek ya da artık ayağına olmadığını görmek gibi...
Galiba bizim ölümle sınanınca hissettiğimiz böyle birşey. Bir geç kalmışlık duygusu...
Hani çıkacaktık dışarı? Hani eskitecektik ayakkabıları? Hani merak ettiklerimiz, istediklerimiz, ertelediklerimiz, vazgeçtiklerimiz,... 

Dün akıllı, çok iyi eğitimli, gencecik bir danışmanla birlikteydim. O'nu havaalanından aldım. Yolda sohbet ettik. "Londra'da yaşamak istiyorum aslında" dedi. "Ne kadar güzel olur diye hayal ediyorum."
 "Gitsene" dedim "tam zamanı! Okul bitmiş, yabancı bir şirkettesin!"
 "Ailem çok üzülür böyle bir şey yaparsam" dedi.
"Çok büyük hayalkırıklığına uğrarlar." 
"Peki senin hayallerin..?" diyemedim. "Ayşe Arman röportajını okudun mu?" diye sormadım. "Hayallerinden vazgeçme, ailenin gerçekleşmiş çok hayali olmuştur." diyemedim. 

Kocam geçen pazar günü eve çok mutlu geldi. 150 m. ye dalmayı başarmıştı! Çok mutluydu! 
Ben de onunla gurur duydum. Kararlılığına, yaşam enerjisine, cesaretine, tutkularına gösterdiği sadakate...

Hayallerini gerçekleştirmek onları kurmayı ve onlara inanmayı seçenlerin hakkı bana sorarsanız. Ben en azından birisiyle birlikte hayallerinin gerçekleşmesine sevinebildiğim için mutluyum.

"Sonu felaket bile olsa riske girip bir hakikat olayına sadakatle bağlanmak Nietzche'nin deyişiyle son insanların olaysız-faydacı hedonist diyarında ot gibi yaşamaya yeğdir." Zizek/Ahir Zamanlarda Yaşarken

"Hayatta kalmak için ödediğimiz bedel bizzatihi hayatımız olur." Arthur Feldman

4 Eylül 2011 Pazar

Yaz, bayram, vs

Yaz sonu bayram tatilin son günü. Sabah erken uyandim. Rüzgar esiyordu hafif hafif. Cok sevdigim gibi... Serin bir sabah. Yaz sonu...
Yarin beni bekleyen seyler sanki benimle ilgili degilmis gibi geldi. Yarin sabah sanki bu 10 gün hiç olmamis gibi kadigim yerden devam edecegim. Hangisi benim? Íkisi de? Hiç birisi? Hem ikisi de hem de hiç birisi?

Sabah kizimla balkonda kahvalti yaptik. Sonra yeni okul defterlerini kapladik. Yaz geçti, bayram bitti... Sonbahar! Okullar açiliyor.
Bu yil istemiyorum sonbahar gelmesini... Sebebi yok.
Okullar açilacak, günler kisalacak, kapilar, pencereler kapanacak... Ístemiyorum.

Bayram tatilinde bir yere gitmedik. Daha dogrusu BIR yere gitmedik. Klasik bir ara tatil yaptik. Buralardaydik... Kizimla Karaburun'a gittik. Sevgili arkadasima. Kizinin dogumgünüydü. Kizlar coktandir görüsmemislerdi ama kaldiklari yerden devam ettiler. Ben iki gün baska bir dünyada çok güzel zaman geçirdim.
Karaburun'a daha önce her gidisimde yoldan bezip bir kere daha gitmemeye karar verirdim . Bu sefer baska birsey oldu. Yolculugu çok sevdim en basta. Çok dar, çok virajli bir yol. Eski Datça yolu gibi. Ve çok güzel! Nefis koylar, çok güzel kokular, kücücük lokantalar... Sonrasinda Karaburun'u da sevdim. Bir daha gitmek, gidip daha uzun kalmak planiyla döndüm. Kendime sasirmayi biraktim. Artik anladim, insanoglu degisiyor. Degistigini kabul etmesi degisimin kendisinden uzun sürüyor.

Arada neler oldu? Aileler ile gecirilen zamanlar, arkadaslarla balik, kahvalti, havuz basi, klasik Çesme günü, uzun zaman sonra evde aksam yemegine misafir (yemeklerde gayet basariliydim) balkon için yeni masa, sandalye, ev için masa örtüleri, arada bir dügün, uzun zamandir ilk kez evde uzun vakit geçirme, okul hazirliklari, mail temizligi...

Bir kez daha, yine Agustos'un sonunda saçlarimi degistirdim. Geçen yil kisacik kestirmistim, bu sefer rengini degistirdim.

Eylül sonunda iliskilerimde hayatimi alt üst edecek degisikler yasayacakmisim. Pek öyle iyi bir sey degil galiba. Felaket gibi yazmis Susan Miller astrology zone'da. Kacinilmazmis yani. Saglam durmaliymisim. (Elimden geleni yaparim.)
Benim hayatim zaten Eylül sonlari degisir. Demek kaderim böyle... (Kaderim degil de gezegenim mi demem lazimdi acaba?) Bir kere daha..?

Profilimdeki fotografi degistirecegim, aklimda!
Saçma sapan i, c, g hatalarini düzeltecegim, klavyeye alismaya calisiyorum, özür dilerim.
En kisa zamanda yeni bir dövme yaptirma niyetindeyim.

"Bütün anlasmalar bozulabilir, bütün sözlerin yalan oldugu ortaya çikabilir. Hiçbirsey imzalamayin, hiçbir söz vermeyin. Geçici bir uzlasma saglayin, kirilgan bir baris durumu. Sansliysaniz bes gün ya da elli yil sürebilir." Ayaklarinin Altindaki Toprak/SalmaRushdie

1 Eylül 2011 Perşembe

Normal

Diyetteyim. Yeme düzeni mühim alışkanlık. Ve ben alıştığımın dışında, yeni bir düzen peşindeyim. Yıllardır yediğim düzende devam edince, yıllardır olduğum kiloda kalamıyorum. Yanlış anlaşılmasın yediğine içtiğine çok dikkat eden biriyim. Gel gör ki, biz buna orta yaş diyoruz. Daha az ye, daha çok hareket et... Tam buna alışacağım sırada yaşlı olacağım herhalde. (Yani hep birazcık fazla kilom mu olacak?!)
Yasli, genç bütün sıfatlar bir kıyaslamaya dayanıyor. Bunların sonunda bir karar var. Her karar bir eylem içermese de. Bazen sadece karar veriyoruz. İşte burada benim için anlaması zor olan kısım başlıyor. 
Kıyaslar, kararlar, seçimler... Sıralama doğru mu acaba? "Kararlar, kıyaslar, seçimler"  ya da "seçimler, kıyaslar, kararlar" olur mu? Hangisi önce?
"Mutluluk" diyelim mesela. Mutlu muyum diye mı soruyorsunuz yoksa mutsuz muyum diye mı? Belki şöyle sormalıyım; mutlu olmak mı istiyorsunuz yoksa mutsuz olmamak yeter mı? Peki ya sevdikleriniz? Onları mutlu etmek mi yoksa mutsuz etmemek mi? Başarmak için midir çabamiz, başarısız olmamak için mi? Şöyle kurun cümleleri, sadece kendiniz için. Mutluyum mu diyorsunuz, mutsuz degilim mi? Mutsuz değilsem eğer bu mutluyum demek mi? Şişman değilsem, zayıf mıyım? Fakir değilsem, zengin miyim? Canım iki uçtan biri olmak zorunda değil ki bir de normal var mı diyorsunuz? Var, di mi? İşte ben de onu diyorum! Nasıl anlarız durumumuzun normal olduğunu? Kime, neye, nereye bakarız? Kendi mutluluğumuzu anlamak için mesela? Mutlu olanlara mı? Mutsuz olmayanlara mı? Yoksa toptan mutsuzlara mı? Ne zaman halimiz bize normal gelmemeye başlar? Başlar mı? Sürekli mutluluk, sürekli mutsuzluk olamayacağı halde sürekli normallik olur mu? Ne yani, olamaz mı?
"Etrafla değil, ben kıyaslamayı  kendimle yaparım" diyenlerimiz olacaktır.  Ben zaten onları arıyorum. O zaman bir küçük sorumuz daha var:  Hayallerinin peşinden giden misiniz  yoksa hayalkırıklığindan sakınan mı ? Hayallerini izleyenlerin normaliyle hayalkırıklığından kaçanların normali aynı mıdır?
Peki, normal normal yaşayıp giderken bize birden bire ne olur?
İki uçtan birini değil, orta yolu bulmanın en doğrusu olduğuna inandırilmış biz "normalseverler"denseniz cevabı bilirsiniz. Ama yüksek sesle söyleyebilir misiniz bilmem. Normal diye birşey yoktur. Razı olma vardır, vazgeçme vardır, "korkuyorum" vardır, "böylesi daha kolay" vardır. Siz isterseniz bunları  "bilmiyorum, ben böyleyim, tercih etmiyorum" diye de ifade edebilirsiniz. Biz birbirimizi nerede olsa tanır,
 ne demek istediğimizi anlarız. Ne de olsa " Normalsever" olmak, halden anlamayı gerektirir.
Ortada normal diye birşey olmadığına, hayatımızın anlardan ibaret olduğuna kim, neden inansın ki zaten?

"Insanoglunun hersey icin akla yatkin bir aciklama bulma yetenegi gercekten cok sasirticidir. Bu sayede kendi gozlerimizle gordugumuz seylere dahi inanmayabiliriz." Ayaklarinin Altindaki Toprak/Salman Rushdie

Kimse en guzel ask romani konusunda fikrini soylemedi!
Eylul geldi. Kizimin dogum gunu, okullarin acilmasi
Bayramdayiz! Yazin, denizin, tatilin son gunleri... Nasil gecti kismi sonra... Belki...