27 Haziran 2010 Pazar

lüks dediğin

Herkes eve döndü. Yeniden televizyon açıldı, perdeler açıldı, evde şarkı söyleyerek dolaşan bir küçük insan var. Allah kimseyi yalnız bırakmasın deyip, geçtiğimiz 5 günün bana çok iyi geldiğini itiraf etmeliyim. Bu geçici tek başınalık, bana alternatif bir tatil oldu. Hayatta lüks anlayışımın bu olduğunu anladım. Üstüne hava da bana enfes bir sürpriz yaptı. Haziran sonunda selli sulu yağmur, serin hava, ben evde tek başına... Tam bonus oldu!
Tabii, günler su gibi geçti. Havaalanına zor yetiştim. Güneş ve yaz, ailemle birlikte geri döndü. Haksızlık etmeyeyim, sıcaklık hala dayanılır seviyede.

Bavullar açıldı, çamaşırlar yıkandı, detaylar anlatıldı, buzdolabı bir aileye yakışır biçimde dolduruldu. Bir hafta da sonra yazlık faslına geçeceğiz. Evimden başka bir yerde yaşama fikrini sevmiyorum. İdare edeceğim artık, bir ay. İyi gizlememe rağmen aslında tutucu bir insanım.

Dün süpermarket alışverişinden sonra promosyon sticker'lar verdiler. Bir kağıda yapıştırıyorsun. Bilmem kaç tane yapıştırınca tencere kazanıyorsun. Tencere ebatına göre sticker sayısı değişiyor. Önce "ben uğraşamam bununla" dedim, cool cool. Hatta götürüp bıraktım kağıdı. Sonra ruhumdaki bedavacı birden zıplamaya başladı "kızım, yazlıktaki tek market bu market, git al kağıdını, bak tencereler de pek güzel" deyince koşup aldım promosyon kağıdını.
Hayatıma yeni bir heyecan geldi. Sticker biriktireceğim.

"Şu tek başınalık lüksünü, mutluluğunu en son ne zaman yaşamıştım?" diye düşündüm. Taaa 2000 yılında, kocam 28 gün askere gittiğine...

Kafam karışık ama oralara hiiiç girmeyeceğim.

"İnsan geleneklerinin ve alışkanlıklarının çocuğudur, tabiatının ve mizacının değil." Ibn Haldun/Mevlana'da Aşk felsefesi-Prof. İsmail Yakıt

21 Haziran 2010 Pazartesi

kaç hayat

Tam hayal ettiğim gibi bir haftasonu oldu. Cuma akşamı bir sürü son dakika krizine rağmen (benim bavulumu evde unuttuğumuzu havaalanına gelmek üzereyken hatırladık, check in sırasında bilgisayarlar bozuldu, uçakta eksik yolcu var diye bavullar indirildi meğer yolcu koltuğundaymış, vs) gitmeyi başardık.
En sevgili kuzenimin Amerikalı eşi ve 2 kedileriyle birlikte yaşadıkları eve gittik. Gece saat 2'ye kadar konuşup, güldük. Ertesi gün keyifli bir kahvaltı, bolca kahve, teyzeleri hızlı ziyaret, sarılmalar, öpüşmeler, sonra kuaförde hazırlık.

Fotoğraflar, düğün konvoyları ve sonunda düğün! Tüm akrabalar, kuzenler, kuzenlerin çocukları... Yine sarılmalar, öpüşmeler, dedikodular, sohbetler, kahkahalar... Hepimizin birbirine çocuklarını gösterdiği, hep birlikte sahneden hiiiç inmeden bol bol oynadığımız eğlenceli bir düğündü. Gecenin sonunda kız tarafını ayaküstü çekiştirdik (biz oğlan tarafıyız), arada çiçekçiyle kavga falan edildi. Sonunda arabasız kalan gelin ve damadı da alıp bir arabada kucak kucağa gelinin köyüne gittik.
Arada topuklu ayakkabıları çıkarılıp terlikler giyildi. Saat 02 itibariyle sosyal kaygılar yerini temel insanı güdülere çoktaaan terk etmişti. Yatağı bulduğumuzda saat 04 olmuştu.

Pazar günümüz benzer bir hayhuyla geçti ama arada sezonun ilk deniz sefası vardı. Deniz NEFİSti!

Annemin memleketi Kıbrıs. Çocukluğumdan beri heyecanla gitmeyi beklediğim, her gittiğimde sevgiyle, özlemle karşılandığım, uzakta da olsa kocaman bir ailenin parçası olmaktan mutluluk duyduğum, denizi sıcacık, sokakları tenha, bakımsız ve sessiz, cırcır böceği (zirziro) sesleriyle dolan, konuşulanları bir türlü anlayamadığım, yemekleri değişik ama güzel bir uzak yerdi çocukluğumda.
Yıllar içinde önce değişen uzaklık oldu. Artık o kadar uzak değil. Bir de benim hatırladığım o sessiz, çok sıcak ve yemekleri değişik yer değil. Her tarafta inşaatlar var. Kıbrıs kocaman bir şantiye. Sokaklar kalabalık, trafik derdi var, her taraf gürültülü. Pizzacılar, kumarhaneler, hamburgerciler, pideciler, kebapçılar...
Yine de gece şehir dışındaki yollarda tüm yıldızlar görünüyor. Hala surların içindeki güzelim şehirde insanlar sokak aralarında oturup kahve içiyor. Cırcır böceği sesleri duyuluyor.

Kısacık iki günde burayı unuttum. "Burda kalsam" diye düşündüm. Bir ev alsam... Dünya dertleri orada da aynen devam. Herkeste iş stresi, gelecek kaygısı... Bir adadan kapitalist bir tüketim ekonomisi yaratan zihniyet sayesinde yaşam agresif ve gittikçe daha kaygı verici olmuş.

Kuzenlerimden birisi bir Ukraynalı ile evli. Londra tanışıp aşık oldular. Sonrada gelinimiz Kıbrıs'a yerleşti. Hem dünya güzeli hem de cin gibi akıllı, meslek sahibi bir kızken, işi-gücü memleketini bıraktı. Kocasıyla birlikte fotokopi, DVD/VCD kiralama falan yaptıkları dükkana destek oluyor. Kızını büyütüyor. Bir de nerdeyse benden iyi Türkçe konuşuyor.
Ev sahibemiz olan gelin ise bir Amerikalı. Nerden duymuş, nasıl olmuş bilmiyorum ama Kıbrıs'a üniversitede İngilizce öğretmeni olarak geliyor. Aynı üniversitede İngilizce öğretmeni olan dünya tatlısı (ve komiği) kuzenimle tanışıp evleniyor. İki kedisiyle birlikte artık orada yaşıyor.

Hakkında hiç birşey bilmedikleri bir adada yaşıyorlar. Yeni bir dil, yeni yemekler, yeni adetler, yeni akrabalar, yeni bir hayat!

Denizden dönerken uğradığımız teyzemin bahçesinde oturan kalabalığa bir bakıyorum. Annem henüz 17 yaşındayken savaşa falan aldırmadan babamın peşinden buralara geliyor. Dayım 40 yıl önce üniversite okumak hayaliyle kalkıp Londra'ya gidiyor. Aynı gün ablalarını Rusya'ya yolcu eden gelinimiz "Allah kavuştursun" dileklerine teşekkür ediyor. Henüz Türkçe'de çok ilerlememiş olan Amerikalı gelinimiz etrafı seyrediyor. Yaşamları boyunca doğdukları şehirden hiç çıkmamış iki teyzemin gelinleri dünyanın iki ayrı ucundan!

Düşünüyorum. Kendimi, tesadüfleri, cesareti, cesaretsizliği, bir ömre kaç yaşam sığabileceğini...

Bu sabah döndüm. Hemen işe gittim. Akşam yorgun argın gelirken manavımı dükkanında mal satarken gördüm, el salladı. Bakkalım ise içeride maç seyrediyordu. Bana ismime "abla" ekleyerek hitap eden fırıncıdan (bizim apartmanda doğmuştu) ekmek aldım. Belki de dünyanın başka bir yerinde, bir başka yaşama da bu kadar alışabilirdim diye düşündüm. Alışabilir miydim?

Fırında eve yürürken önünden geçtiğim dersanenin kapısındaki bankta oturan adam bana dikkatlice bakına ben de ona baktım. Aman allahım! Taaa ben üniversite sınavına gireceğim yıl gittiğim havalı dersanenin çok havalı sahibi! Sonradan özel bir de okul açmış, gayet sosyetik birisi olmuştu. Bu akşam, üzerinde şort ve ayağında bir tekini de çıkarmış olduğu terliklerle (!) karşıdaki dersanenin kapısında sohbetteydi!!!
Ne hissedeceğimi bilemedim. Cuma günü eskiden O'nun olduğunu bildiğim okulun önünden geçerken düşünmüştüm. Bina boş, camlar kırık,sefil bir halde. Önce güvenip çocuğunu o okula verenleri düşünmüştüm, sonra da aklıma bu adamcağız gelmişti. "Acaba ne oldu ona?" diye aklımdan geçirdiydim.
Düşünce gücü diye bi'şey gerçekten var galiba. Korktum biraz bu tesadüften. Bir de böylesi bir kötü seyir içime sinmedi. Görmekten hoşlanmadım.

Kızım ve kocam kaldılar. Evimde ve tek başına olmanın tadını çıkarıyorum. Özlem burnumun ucunu ne zaman titretecek bakalım...

Bir ömre kaç hayat sığıyor gerçekten?

"şu fani dünyada herşeyin ne olduğu her an, her fani kul için değişebilirdi, herşey birden hiçbirşey olabilirdi." Macar/Solmaz Kamuran
Öykü: Dilek kipi/ Ve... David Eagleman

18 Haziran 2010 Cuma

tesadüf

Uzun zamandır görmediğin insanları tekrar gördüğün ilk bir kaç dakikada insanın gönül gözü kapalı oluyor. O ilk anlarda karşındakini fazlasıyla "objektif" gözle görüveriyorsun: "Zayıflamış mı?" "Cildi bu kadar düzgün müydü? Hiç kırık mırışık yok!", "Ne kadar neşeli görünüyor?" "Boyu bu kadarcık mıydı?", "Göbeği çıkmış", "Saçlarının rengi nasıl öyle yavv?"

Tabii o da seni görüyor.

Sonra hızlıca klasik söylemlere geçiliyor; "Çok iyi gördüm. Na'ber?"

Eğer sevilen, özlenen biriyse karşındaki, bu objektif an kısacık oluyor. İzi kalmıyor. Sonrası sımsıcak bir kavuşma, vuslat. Yeniden gönül gözü.

Çok özlenmemiş bir eski tanıdıkla karşılaşma ise detaylı olarak kaydediliyor. Gözlemler illaki ortak bir başka tanıdıkla bir paylaşılacak, mümkünse hemen! Zaten asılönemli olan bu paylaşım(!) anı... Detay detay tarifle...

-Valla çok iyi gördüm, gençleşmiş resmen. Kırmızı bir gömlek giymiş, altında dar bir pantalon ama çok yakışmış, ayakkabıları da kırmızı, topukları...
ya da
-Çökmüş bee, gayet bakımlıydı falan ama yok, yaşlanmış yani. Bir kere kilolu, yüzünde çizgiler... Biz ööle değiliz, di mi?
-Yok yahu, sen hiç değişmedin ki.
-E, sen de öyle.Kilon aynı, fiziğin aynı.
-Bana da ööle geliyor.

Bu sohbet eski ortak tanıdığın geçmiş hayatınızdaki yerine göre uzar ya da buralarda kalır. En sevimsizi geçmişte pek de hoşlanmadığın biriyle onun şahane senin ise sefil bir halinde karşılaşmanız durumudur (ki genellikle böyle olur.) İnsan manikürsüz ellerinden başlayarak toptan kendisine sinir olur. Bu karşılaşmalar sanki bize yaşamda geldiğimiz yeri gösterir. Statümüzü...

Hazırlıksız yakalanınca, hazırlıksız sınava girmiş gibi hissederiz. Haksızlıktır bu! Canımızı acıtır. Sanki deli gibi mücadele ettiğimiz yarışta epeyce geri kaldığımızı birden bire televizyonda, herkesin önünde, görmek gibi... Kaybedenlerden hissederiz.

Gebermiş bir halde havaalanında beklerken, ayakta parmak arası terlik saçbaş darmadağın bir akşamüzeri yürüyüşü yaparken, ne biliyiim seni en şişman gösteren pantalon üstüne içine hiç sinmeyen bir kısa tişört giydiğin gün, ojenin uçlarının çıktığı ya da çorabının sarkık durduğu gün falan...

Her annenin öğretmesi gereken temel bilgiler arasında, her an gıcık olduğun eski birisiyle karşılaşacakmış gibi hazırlıklı sokağa çıkma terbiyesi olmalı aslında.

Bu karşılaşmaların eski sevgiliyle olanları en kritiktir. "Ayyy, bu muymuş?" ile "vayyyy bee", "Ahhh keşke" arasındaki sonsuz seçenekten, artık ne denk gelirse...

Bence genelde "bu muymuş" civarında birşeyler oluyor. Aşk ve o heyecan öyle bir perde ki kalkınca gördüğüne insan çok şaşırıyor.

Yok vallahi, ben bu ara ne gıcık olduğum bir eski tanıdığa ne de eski bir sevgiliye rastlamadım. Tam tersine çok özlediğim ve dünya gözüyle iyi gördüğümde daha iyi olduğum sevdiklerimle görüştüm. Uzun uzun sohbet edip, bol bol güldüm. Birinin gönlünde yer bulmanın insana ne kadar iyi geldiğine emin oldum.

Yarın kocaman, kalabalık bir ailenin parçası olduğum, annemin memleketine gideceğiz, ailece. Kuzenim evleniyor. Düğün, kuzenler, teyzeler, kalabalıklar, uzaklar... Sevildiğimi hissedeceğim, çok eğleneceğim bir haftasonu (inşallah) hayal ediyorum.

Buna çok ihtiyacım var.

"Bir çok insan hayatının büyük bölümünü olduğundan farklı görünebilmek için feda eder." Richard Wilkins

Kitap: Macar
Dergi: Atlas Tarih

13 Haziran 2010 Pazar

hayaller uzak

Birbirine benzemez görünen ama özünde birbirinin aynı günler günleri kovalıyor. Herşey büyük bir hızla ve tamamen benim dışımda akıp gidiyor.
Yaz geldi. Yaz başı stresi olan yazlık kiralama sorunsalı da dün halloldu çok şükür. Yazlıkta yaz geçirmek de yaşamıma gireceklerdenmiş demek diyerek alışmaya çalışıyorum. Yaz cehennem gibi sıcakken tatlı kızımın şehrin göbeğinde, evde tıkılıp kalması yerine tercih ettiğimiz bu yeni model geçen yıl hayatımıza girdi. Kızım çok eğlendi. Biz de akşamüstü iş dönüşü deniz keyfi, mangal, şezlong ve rutin akşam yürüyüşüyle bu yaşama adapte olmuştuk. Site ahalisi çoğunlukla emeklilerden ve torunlardan oluşuyordu. Herhalde bu yıl da öyle olacak. Uzaklar, yine bir uzak hayal.
Ben kararlarımın gerisinde kalıyorum. Hayallerimden vazgeçtiğimi vazgeçtikten sonra fark ediyorum.
Neyse, mutlak mutluluk sadece kızımın gülen yüzünde.

"Umarım sıradan satırlarım canınızı sıkmamıştır, daha önce söylediğim gibi ne de olsa delidolu bir delikanlıya değil kuru anlatımlı bir mütefferrikaya aittir bunlar. Yine de belki günün birinde bir okuyan çıkar ümidiyle bundan sonra da yazmaya devam edeceğim..." Macar/Solmaz Kamuran