25 Mayıs 2011 Çarşamba

Kestirme Yollar

Geçtiğimiz hafta bugün döndük Fas'tan. Bir önceki hafta Diyarbakır'la başlamıştı. O'nu sindiremeden Fas'a gittik. Pazar gece yarısı dönüşümüzün üzerine soluksuz bir iş haftası. Geçen hafta dünya işlerinin bana zor geldiği haftalardandı.

Bugün Fas'ta her gün kısa kısa tuttuğum notlardan yazacağım. Başka şeylere bugün
çok yer yok. Kendimi düşününce hissettiğim bir ağırlık. O yüzden yazmayacağım. Bu orta yaş bana "ağır" geldi.

19/05/2011
Yorgunluktan tükenmiş halde, otelde, yatağımdayım. Motorsikletli, bisikletli kadınların, terliklerin, çarıkların, güllerin, zeytin ve portakal ağaçlarının, mini eteklerle cellabaların, karmaşanın, kalabalığın en güzelinde, Magrip'in kırmızı şehrindeyim. Marakeş!
Başka bir dünya, başka bir zaman, Alaaddin'in sihirli lambasındaki sokaklar, kapılar... Türlü kokular... Gördüğüm şehirlerin en etkileyicisindeyim.
Pazarlıklar, taksiler, sokaklar, meydanlar, yemekler, otel sonra... Birbirine hiç benzemeyen çehreleriyle Kazablanka, bir güneş batışı okyanus kıyısında uzuuuun yürüyüş, berberi satıcılar, yılanlar, çok şekerli naneli çayla, ellerdeki desen desen kınalar daha sonra... Şimdi uyku vakti.

20/05/2011
Otelde havuzbaşındayım. Havuzbaşları dünyanın her yerinde aynı galiba. Geç bir saat havuz için. Kızımı "tatil" deyince heyecanlandıran şey henüz havuz, deniz... Marakeş o'nu beni heyecanlandırdığı kadar heyecanlandırmıyor.
Köylerden, kasabalardan geçerek okyanus kıyısında bir başka şehre, Essaoura'ya gittik. Tipik bir deniz kıyısı şehri. Beyaz binalar, mavi pencereler.
Okyanus kıyısı dalgalarıyla her türden sörf yapana dost. Sahil bizleri at ya da deveyle gezdirmek isteyenlerle dolu. Çoook geniş ve uzun kumsalda pisliğe basmadan yürümek için dikkat şart! Ayakkabılarımızı çıkarıyor, Kazablanka'dan sonra bir kez daha okyanus kıyısında yürüyoruz uzun uzun. Kazablanka'dan farklı olarak sahilde futbol oynayan gençler yok. Kararlı bir rüzgar, daha kararlı deve sürücüleri...
Marakeş'ten sonra sönük bir kıyı kasabası. Turistik olmaya hazırlanamadan turistik olmuş.
...

20/05/2011

Fas yemekleri tatlı. Tatlı ve kimyonlu. Ana yemekler çoğunla bir güveç olan tajin içinde geliyor. Tatlı meyvelerle pişirilmiş etler. Soğuk mezelerde tatlı domates püresi, ballı bademli patlıcan kızarması, şerbetli salatalık rendesi bizim için kolay alışılabilir tatlar değil. İnce bulgurdan sebzelerle pişirilen pilav mutlaka geliyor. Ona kuskus diyorlar. Zeytinler her yemekten önce var. Onlar da kimyonlu. Marakeş gül bahçeleri ve zeytin ağaçları içinde. Marakeşten çıkınca güller bitiyor. Zeytinler azalıyor. Şehrin kıyılarında küçük bakkallar, taburelerde oturup sırtını duvara vererek etrafı seyreden cellabalı erkekler. Cellaba bol bir elbise. Erkekler de giyiyor. Evler mutlaka pancurlu. Kimi evlerde pancura rağmen demir kafesler de var. Çok şık apartmanlar, Zara'lar, Mango'lar olan bir Marakeş'ten, sıra sıra demirci dükkanları, küçücük bakkallar, ekmek satan dükkanlar, fakir insanlarla dolu bir başka Marakeşe'e geçiş oluveriyor.
Köylerde evler yüksek bir duvarın arkadında. Eski sokakalarda evler kapıların açıldığı riyad'ların gerisinde. O riyad'lara açılan kapılar duvar boyunca sıra sıra.
Takım elbiseler, kravatlar Kazablanka'da kaldı. Şehrin "şık" kısmında kafelerde ise beyaz gömlekler, topuklu ayakkabılar, şık kotlar.

21/05/2011
Bu Avrupa'lılar tatil işini de ciddiye alıyor. Akşam otelde hepsinde şık kıyafeter, topuklu ayakkabılar, havuz kenarında tüm detaylar. Ben her tatilde olduğu gibi sadece 3 pantalon ve spor ayakkabılarlayım.

Bugün bahçeleri gezdik. Manera Bahçeleri denen yer büyük bir zeytinlik. Diğer bahçe ise Majorella bahçeleri. Bir Fransız ressamın özel bahçesiyken halka açılmış. Şık bir semtte botanik bir cennet. İnsan evinin bahçesini niye böyle bir ormana dönüştürür?

Bu akşam çok güzel bir sürprizle karşılaştım. Fas'taki arkadaşım Dalila ve eşi bizimle yemeğe gitmek için 600 km yoldan gelmişler! Otel lobisinde onları görmek, atlarla yapılan şovu seyrederken, dünyanın bir ucunda yanında arkadaşlar olması bana kendimi mutlu hissettirdi.

22/05/2011
Dönüş uçağındayız. Fas tatilim boyunca yorgunluktan canım çıkmış bir halde uyuyakaldığım her gece öyle karman çorman rüyalar gördüm ki! Babam, hatta babaannem...

Bir daha Marakeş'e gelir miyim?


Bu hafta kızın okulunda hem Salı hem Çarşamba akşamı etkinliklere yetişmem lazım. Hava ısındı. Nihayet yaz giysilerine kavuştuk.
Şairin Roman'nı bitirdim. Dönüp dönüp okunacak onlarca satırla...
Fas'a gitmeden Ece Temelkuran'nin de yeni kitabı çıkmıştı. İkisi bir arada benim için bulunmaz birşey oldu!

Kitap: İkinci Yarısı/Ece Temelkuran (Mutlaka!!!)

Hiç sevmezdim, bira sever, içer oldum. Bir de gözyaşlarım. Sıklaştılar!

"İnsan hayatı hayal ile hakikat arasında kestirme yollar aramakla geçiyor." Murathan Mungan/Şairin Romanı

9 Mayıs 2011 Pazartesi

Uykumun yarısı kayıp

Dün uzun uzun yazdığım yazımı yayınlayamadığımı fark ettim de kaydedemediğime ihtimal vermemiştim. Meğer edememişim. Tahmin ettiğimden daha çok üzüldüm! Bir başka tahmin edemediğim şey daha oldu. Ne hakkında yazdığımı unuttum!

Bir varmış, bir yokmuş
Gece yarısı uykuyu kaybedip bulamamak zormuş

Yeni değil bu derdim. Gecenin üçünde, bilemedin dördünde uyanıyorum. Sonra uyu, uyuyabilirsen. Daha kötüsü aklıma üşüşüveren felaket senaryoları. Olmayacak kazalar, hastalıklar... Kızıma öğrettiğim kötü düşünceleri kovma büyülerinden; hepsini bir kasaya kilitleyip okyanusa atma, bir kuyuya bırakma, bir çukur içinde hepsini ateşe atma yöntemleriyle uğraşmaktan herhalde yorgun düşüp uyuyakalıyorum. Ya saat sesiyle uyanıyorum ya da başka bir alem olan rüyalar başlıyor. Rüya görülür ya, benimkiler görülüyor, duyuluyor, kokuyor, hissediliyor. (Nevrotik blog yazarının rüyalarına kadar geldik çok şükür.)

Anneler günüydü dün. Kızımın mektupları, resimleri, yazıları, hediyesi. Asıl olan kendisi!

Annelik işini çok sevdim ben. Bu her an aşık olma haline bayılıyorum. Rollerim içinde beni en mutlu edeni! Beni bu aşk mutlu ediyor. Galiba insanı bir tek aşk mutlu ediyor.

Erken başlangıçlar var hayatımda. Ben küçücükten beri...Ya da ben planla(ya)madan başıma gelenler... Buna rağmen çok şanslıyım ben. Hep öyle oldum. Olan ve olmayan şeylerin hepsi benim koruyan bir meleğin işleridir. Bunu hep bilirim. Bazen meleğim beni terk etti zannetsem de, sonra anlarım. O beni hiç terk etmez.
Peki, şimdi niye korkuyorum yeni başlangıçlardan? Artık büyüdüm mü? Akıllandım mı? Yoksa yaşlandım mı?

Bugün öğle yemeği dönüşü sokakta dondurma yiyerek okuldan dönen çocuklar gördüm. Birden bu görüntü içimi mutlulukla doldurdu. Sevinçle!

Mutluluk böyle bir şey. Ayrıntılarla geliveren. Her ne zaman karşılaşırsam karşılaşayım içimi mutlulukla dolduruveren küçücük şeyler var... Baharda hırkalar, ceketler ellerinde dondurma yiyerek aheste aheste okuldan dönen çocuklar, kapı önünde şakacıktan kavga edip, oynayan kediler, uykudan uyanınca "aaaaannneeee" diye seslenen kızımın sesini duymak, yazın sabahın ennn erken saatinde uykuyu bölen pata pata pata motor sesleri, öğleden sonra öten cıcır böcekleri, evde kek kokusu, posta kutusunda gerçek bir mektup bulmak, "benim" diyen arkadaşın telefonu...

"Anlamaya çalışmaktan vazgeçmeden yaşamı kabullenmek; belki de asıl başarılması gereken budur." Şairin Romanı/Murathan Mungan

Film: Yok bu ara. Dexter'ın yeni sezonu ve her zaman Desperate Housewives.

1 Mayıs 2011 Pazar

Gündem

Bugün 1 Mayıs. Kızımın okulunda "Bahar Festivali", meydanlarda İşçi Bayramı, gazetelerde "Kraliyet Düğünü", sokaklarda seçim bayrakları.

Birbirine çok benzeyen gündemlerle yaşanan yaşlar vardır. Çocukluk böyle galiba. Kızıma bakıyorum: Tüm sınıf hatta tüm okulda aynı şey popüler. Sticker heyecanı başlıyor mesela. Bir salgın gibi. Tüm kırtasiyelerde sticker topluyoruz. Albümler alınıyor, stickerlar yapıştırılıyor. Her yere taşınıyor. Sonra ani ve kesin bir sonla bitiveriyor bu salgın. Yeni gündemimiz lastik ve ip. Aynı bizim oynadığımız gibi lastik oynuyorlar. Çılgın bir tutkuyla. Lastikler çantamızda, bizimle her yere gidiyor. Evde sandalye ayaklarına takılıyor. Yorulunmuyor, sıkılınmıyor.
Ya da bütün kızlar aynı oğlana aşık. Oğlanlar da aynı kıza. Arada bir iki istisna varsa da önemsenmiyor. Aynı kıza ya da oğlana aşık olma hali keyifle paylaşılıp konuşulan bir gündem. Her kızın sticker defteri olması gibi...

Her yaş mı böyle? Ne zaman gündemimiz özelleşiyor? Ne zaman özel ve gizli oluyor? Sırlar ne zaman? Ne oluyor da aynı yerde, aynı zamanda bambaşka olmaya başlıyor gündemimiz? Yoksa aslında her zaman gündemi "herkes"inkine benzemeyenler vardı da biz o kalabalığın bir parçası olduğumuzdan mı fark etmiyorduk? Gündemi herkesinkiyle aynı olmayanlar mı büyüyor acaba? Yoksa büyüyünce mi gündem şaşıyor? Kendini koskoca dünyada tek başına ve çaresiz hissetmemek için mi ortak gündem dışına çıkmaya cesaret edemiyoruz? Gündemini bir türlü herkesinkiyle bir tut(a)mayanlar mı yalnız hissediyor?
Sorular... Anlamak istemem kontrol edebileceğimi sanmamdan mı? Kontrol edebilmeyi dilemem mi? Bir sürü şey değişiyor. Değişiveriyor. Değişsin mi istiyorum yoksa hiç değişmesin mi?

Sabahların evimin yanındaki ilkokuldan gelen sesleri duyuyorum. Çocukların neşeli sesleri, mikrofonda sabahın köründe onları azarlayan bir öğretmen, okunan andımız... Sanki ben de o okuldaymışım kadar tanıdık. Pencerenin önüne konan güvercin, yağmurdan sonra nefis toprak kokusu, bahar sabahı güneşin sevinci.. Bunlar hiç değişmiyor! Anlıyorsun, senden sonra da aynı... Anlıyorsun, sadece içinde olduğuna şükredebilirsin.
Yağmur her yağdığında toprak kokacaksa, bahar sabahları güneş açacaksa, çocuklar okul bahçelerinde cıvıldayacaksa tüm endişelerimiz aslında yersiz mi?

Babamı hatırlıyorum bugünlerde sık sık. O'nu kaybedeli 15 yıl geçti. Artık özlemiyorum, üzülmüyorum. Sadece o baharı görmeyi özlüyor mudur diye merak ediyorum. Çocuk seslerini... Gündemini kimsenin bilmediği günleri olmuş mudur? Gündemi değiştirmediğine pişman mıdır?
Bu ara düşünüyorum.

Hem gam kasvet olmasın. Okulda tanıdık çok. Beraber çoluk çocuk sahibi olduğumuz eş, dost, epeydir görmediğim lise arkadaşları falan... Şöööyle uzaktan baktım da kadınlar arasında durumumu fena bulmadım. Kilo son 15 yıldır hep aynı, kot hala iyi duruyor. Saçlar elbette boyalı ama röfle tuzağına düşülmemiş. Hatta geçen gün bir mağazada bir başka lise arkadaşım seslendi arkamdan. Ben onu tanıyamadım. O bana "sen hiç değişmemişsin" dedi. Ufak bir rezervasyonla, inanmayı tercih ettim. Gerçek bu zaten. İnandıklarımız!

"Onun asıl korkusu neden korktuğunu anlamamış olmasıydı. Sanki asıl korkusu bunu anlayacak olmaktı." Şairin Romanı/Murathan Mungan

Albüm: Milat/Yonca Lodi