31 Aralık 2011 Cumartesi

Gece

...
Hiçbir şey umurumda değil diyorum
Aşktan ve umuttan başka
Bir anda üç kadeh ve üç yeni şarkı
Belleğimde tüylü tüylü geyikli gece duruyor
...
Turgut Uyar/Geyikli Gece

30 Aralık 2011 Cuma

Yenisi Bizim Olsun

Dün karmakarışık bir gündü. Malum, gece önemli bir şirket aktivitemiz vardı. Sabah Mügüşüm ve kızım evdeydi. Önce Mügüşümle kahvaltı ettik. Sonra kuaföre gittim. Hazırlıklar için etkinliğin olduğu yere giderken kırmızı ışıkta durduğum sırada birisi arabama arkadan çarptı! Haydiiii! Kornalar, trafikte form doldur, fotoğraf çek... Offfff! Adam düzgün birisiydi, oncağız da sıkıldı. Buzzz gibi havada terledim sıkıntıdan... Kazadan sonra ayrıca gerildim ama oraya hiç girmeyeceğim.

Gece iyi geçti.
Zeyno'nun okulunun saçma iki günlük tatilini değerlendirmek için bugün evdeydim. Sabah maillere baktım.
Sonra büyük kızlar/küçük kızlar buluştuk. Mükellef demenin yetmeyeceği bir kahvaltı yaptık. Biz altımız bunu her yaptığımızda çok keyif alıyorum. Kahveler içtik, fal baktık. Hep olduğu gibi kızlar sıkıldı, alışveriş merkezine gittik. Hediyeler aldık, verdik. Arada acayip canımı sıkan saçma sapan iş telefonları olmasa daha güzel olacaktı. Ama oldu artık.

Eve döndük. İşler aradan çıktı. Can arkadaşımla birer mojito içtik. Hep konuştuğumuz şeylerden konuştuk. Hem mojito hem o bana iyi geldi... Kızlarla yükselen burcumuza baktık, onlar evde hep yaptıkları gibi dans gösterileri hazırladılar. Biz seyrettik. Her zamanki gibi yeterince hayranlıkla seyretmediğimiz için azarlandık.

Hep olan bu şeyler için, bana dünyada yalnız olmadığımı hissettiren, benden olan can dostlarım için minnettar hissettim. Şükrettim.

Şimdi, yılın son gecesinden bir gece önce yazıyorum. Sabah erken kalkıp akşam yemeği için alışveriş yapacağım. Gece annemde olacağız. Kardeşim de gelecek.

Yarın yazamazsam diye yeni yıl dileğimi şimdi yazıyorum.. Belki yarın bir tane daha yazarım.

Dilerim yeni yılımız hayallerimize inandığımız, bizim değil bizden olanlarla yol aldığımız, çok gülüp çok eğlendiğimiz, mutluluğun peşimizi hiiiç bırakmadığı, şans dolu, umut dolu, cesaret, sevgi, aşk dolu yıllarımızın başlangıcı olsun. Yeni yılda biz ne istiyorsak, o olsun. (Bir de başladığım şeylere duyduğum heyecan eksilmesin, bir de, bloguma yazmaya devam ediyiim ve de blogumun daha çok okuyucusu olsun! Bir de ayrıca bir sürü güzel seyehat, gülen yüzler, nefis sofralar, sohbetler, bunları rahat rahat ödeyecek kadar paramız olsun. Bir de hep sağlık olsun.) Olsun ama!

"Önceden olup bitenleri unutun. Kuralları çiğneyin. Mantıksız olun. Budala olun. Özgür olun!" Jack Foster/Fikir Nasıl Bulunur

"Bazen kim olduğumuzu unutmak işe yarar." Publilius Syrus

28 Aralık 2011 Çarşamba

Devir Buz Devri

Yeni yıl numaraların ennnn güzeli youtube'da.
Buz Devri Yılbaşına Özel. Sakın kaçırmayın, ihmal etmeyin. Hemmmen seyredin. Yine muhteşem!
Seslendirme alışık olduğumuz gibi değil. Neerrrdeee Ali Poyrazoğlu, Haluk Bilginer tabii ama aldırmayın. Mutlaka izleyin! Mutlaka!

Etkinlikler silsile halinde. Yarın mühim şirket gecesi, dün ofis partisi... Belki cuma yine bir tatil yaparım.

Grip geçti, kulaklarda hafif dolgunluk... Gece yarısı uyanmaları devam ama arada sabahı bulduğum oluyor. Fakat bir keresinde rüyamda tankla kovaladılar beni!

Şimdi Şahane Hatalar adlı kitabı okuyacağım. Bakalım hangi şahane hatada son bulacağım.

Hatanın bile şahane olduğu bir yeni yıl diliyorum şimdiden!

"Every form of addiction is bad, no matter whether narcotic be alchohol or morphine or idealizm." Carl Jung

22 Aralık 2011 Perşembe

İmza günü detayı

"Gribal enfeksiyonun pençesindeyim. Dökülüyorummm. Hava buzzzzz gibi. Evde, yatağımda, kulaklarımın zonklaması azalsın diye bekliyorum." diye cuma günü yazmaya başladım ve fakat sonu gelmedi. Cuma nihayet evdeydim. Fakat paçavradan halliceydim. Öğlene doğru kalktım yataktan. Öğleden sonra toparladım, hatta akşam sınıf anneleri buluşmasına gidebildim.
Luxemburg'a taşınan arkadaşımız Arzu gelmişti, buluştuk. Çocuklar sinemaya biz kafeye. Yedik, güzel bir şarap içtik, bolca güldük.
Dün nartaneleri mentörler toplantısında, bugün yılbaşı hediyeleri alışverişindeydim. Akşam kızın proje ödevi yapıldı.
Projemiz: Top yapmak. Birbirinden antin kuntin proje ödevlerinden bana fenalık geldi!! Daha kaç sene proje ödevi yapacağız acaba? Müzik aleti yap, dergi hazırla, bilmem ne maketi yap, top yap,... Üniversite günlerini bekliyorum hasretle. Projeden, ödevden haberim olmayacağı günler gelsin...

Gece yarısı uykusuzluklarının bir iyi tarafı var. İnsana bir zihin açıklığı geliyor. Gece tıss yok tabii, düşünürken düşünürken bir hayli ilerliyorsun. "Sen nereye vardın sonunda?"diyen olmasın küserim. Aydınlandım en azından diyelim.
Mars düz ilerliyormuş bende, o nedenle cesaretle harekete geçebilirmişim.
Sanırsam mars gazıyla aydınlanmaya kadar geldim. Bir sonraki mars saldırısına kadar bu zihin açıklığıyla kalayım, bir cesaret bir de eylem planı yaparım. Bir dahaki marsa bir adım olur kısmetse. Marstan umut kesilmez.

Önümüzdeki hafta yine pek heyecanlı, pek tempolu bir iş gündemimiz var. Yeni yıl etkinlikleri, üstü çizil(e)memiş bir sürü madde. Efsane 2012 için geri sayımmm!

Geçen gün bir arkadaşım "gece yarısı uykusuzluklarını yaşlandığıma yoruyordum demek depresyondanmış" yazmış. Hangisini tercih etsem bilemedim. Sonra " depresyon iyidir" diye karar verdim. Alışık olduğumuz bir şey bi'kere. Yaşlılık olmadı be daha...

Bu yılbaşı şöyle dolu dolu dilek dileyeceğim. Atacağım yani evrene. Fakat bu sene detay detay veriyim diyorum siparişi, çünkü hep eksik geliyor sipariş. Yanlışlar falan da oluyor...

Evdeki Nuray hanım'a da boşuna mı kızıyorum ki? Benim sipariş sistemi mi kötü? Olabilir de, bitkilerimi niye çürütene kadar suluyor yahu, o da mı benden yani?

Ayrıntılı sipariş dönemine geçiyorum valla sevgili bloggerlarım. Nuray hanımdı, evrendi falan ayırmadan giriyorum detaylara!
Bir de böyle deniyiim bakalım...

(Nefesim yetecek mi bu işe acaba. "Alışmadık bünyede detay durmaz" olmasın...)

"Benim yolumu seçmiş insanlar, bir şeyleri çok büyük çabalarla elde etmektense, bunlara sahip olmaktan vazgeçmeyi yeğ tutar; iyi yapıp yapmadıklarına karar vermek de zordur. Balarıları peteklerini, eşekarılarınınkinden daha büyük sanatla, daha düzenli yapar, ne var ki bal arılarının balmumundan yapılmış altıgen petekler içinde, eşekarılarının kağıdımsı derme çatma petekleri içinde olduğundan daha mutlu olduklarına beni kim inandırabilir?" Jan Potocki/Hafız'ın Yolculuğu

Kitap: Gül Mevsimidir/Füruzan (İçime işleyen bir uzun öykü. Nasıl bu kadar geç fark etmişim! )
Fikir Nasıl Bulunur?/Jack Foster (Okunmalı, çok pratik, çok anlaşılır)

HAYAL: Paul Auster imza gününe gitmek. Hem de bir Amerika seyehatinde. (Tüm detayları evrene atıyorum, gerçekleşsin; söz size de anlatırım!)

18 Aralık 2011 Pazar

Jüpiter

Cuma bir günlük tatil planım yalan oldu. Zaten hava berbattı. Yağmur demek yetmez, yerle gök sanki birbirine karıştı.

Dün akşam teos marina'da nefis bir kafeye gittik. Önce Haris Aleksiu konser kaydı vardı ekranda. Sonra başka bir dvd koydular. O hangi konserdi bilmiyorum ama müthişti! Mark Knofler Money for Nothing söylerken Sting vokal yaptı, davulda Phil Collins, gitarda Eric Clapton vardı!
Gecenin sonunda dvd kutusuna bakınca mekan sahibine hayranlığım tavan yaptı. Garsonun torpiliyle haftaya cuma, dvd çoğaltmak üzere oradayım. Leonard Cohen, Simon and Garfunkal konser kayıtları da dahil, birer kopya hayal ediyorum.

Yeni yıl zırvalığı zamanı geldi yine.

Satürn bir çıkaydı burcumdan... Beklentim budur valla. Gerçi 2012 başında bizi yine sınayacakmış diye duydum. Bakalım dersimizi öğrenmişmiymişiz. Sınanmak falan istemiyorum ben yav. Yeter!
Burcuma şans gezeni jüpiter girsin ve bir daha çıkmasın istiyorum. Zaten kendi gezegenim de venüs benim. Bundan sonra hep aşktı, şanstı falan olsun artık hayat! 2012'den performans bekliyorum yani...

Jüpiterr diyorum, şans diyorum... Kime diyorum...

"İşte ben bunun hayalini kurdum Kemik Bey. Dünyayı daha iyi bir yer haline getirmenin hayalini. Ruhun kasvetli, karanlık kuytularına biraz olsun güzellik katmak istedim. Bunu bir ekmek kızartıcısıyla yapabilirsin, elini bir yabancıya uzatarak yapabilirsin. Nasıl yaptığın hiç önemli değil. Dünyayı bulduğundan daha iyi bırakmak. İnsanın elinden gelen en iyi şey budur." Timbuktu/ Paul Auster


Film: Sharlock Holmes (Ben çok beğendim)

14 Aralık 2011 Çarşamba

İlave

Mügüşümle birlikteyiz. Kendisini neredeyse kızım kadar sevdiğime ikna etmeye çalışıyorum.

Sevgili Müge,
Buradan sanal aleme de duyurmak isterim ki seni çok seviyorum. Bir kızım daha varmış gibi geliyor bana. Bu duruma bayılıyorum. Ne kadar şanslı hissediyorum, bir bilsen!

Sen benim canımsın!

"Kıyıyı gözden kaybetmeye cesaret edemedikçe, insan yeni okyanuslar keşfedemez." Andre Gide

Sabır

Bu cuma, yani yarından sonra bir gün de olsa tatil yapacağım. Sabah bir arkadaşımla brunch, öğleden sonra kendi başıma sokaklarda dolaşma, kitapçı gezme, kahve içme planım var. Hatta belki sinema. Akşam kızım arkadaşına gidecek. Umudum yağmur, çamur olmaması.
Dır dır şikayet edip durmak istemiyorum ama yorgunummmm. Yorgun ve gerginim.

Arada güzel şeyler oluyor olmasına... Ama diyorum ya ben uykusuz gece, rüya ve gizli depresyon yorgunuyum.

Pazar günü akşam hava kararmışken karşıdan karşıya geçerken arkamda bir anne kız vardı. Anne kızına gözünü ışıktan ayırmamasını sıki sıkı tembih etti. "Sakın" dedi, "önündekilere izleme, sen ışığa bak. Yeşil olmadan karşıya geçmek yok!" Derken yol bomboş kaldı. Koşarak geçiverdi insanlar karşıya. Anne bir kere daha uyardı kızını; "hepsi yanlış yapıyor" dedi. Küçük kız "hepsi mi?!" diye sordu.
Düşündüm. Ne demek lazım çocuğa?
"Yeşil ışıkta geçilir sen sakın başkalarına aldırma" mı?
"Yeşil ışıkta geçilir ama yolun durumuna göre sen arada esneklik yapabilirsin" mi?
"Doğrusu yeşil ışıkta geçmektir ama her zaman yolu kollayıp ışık ne olursa olsun geçenler vardır. Bu tehlikelidir aslında. Biz şimdilik ışığı bekleyelim ama sen büyüyünce karar verirsin" mi?

Yoksa en iyisi hiç birşey söylememek mi? Herkes kendi yolunu bulmaz mı zaten?

"Anne, yol boş da olsa sen hep yeşil ışığı bekler misin? Bazen yola bakıp, bazen millete uyup kırmızıda geçmez misin?" derse ne dersiniz?

Ben bekliyorum çoğunlukla. Yeşil ışığı, yorgunluğumun geçmesini, günlerin akıp gitmesini...

İçinizdeki çamur çökene ve su berraklaşana kadar bekleyecek sabrınız var mı? Lao Tzu

11 Aralık 2011 Pazar

Dönüş

Dün kızımla İstanbul gezisine gittik. Sabah beş buçukta kalktı vallahi. Hiç sıkıntı olmadan. Ben gizli depresyonun avantajını kullandım. Zaten uyanıktım! Problemsiz geçti.
Gitmeyi hem de İstanbul'a gitmeyi seviyor seviyor kızım, benim gibi. O yüzden keyifliydik ikimizde.
Program içeriği bu yıl zayıftı. İklim Değişikliği Sergisi'ne gittik ki nerede Body Works! Gösteri ise Çin Masalı adlı bir akrobasi gösterisiydi. Burada da "nerede Circ de Soleil" diyeceğim, desem bile olmayacak. Akrobatlar muhteşemdi. Gerçekten performansları olağanüstüydü. Ama ben dahil herkes gösterinin çesitli zamanlarında uyudu! Çünkü tüm gösteri akrobatların performansından oluşuyor. Kostüm, müzik, sahne, ışık falansa amatör seviyede bile değil.
Böyle olunca insan bir tuhaf suçluluk hissediyor. Performansı görmek ve takdir etmek için çabalayıp duruyorsun bir yandan. Bir yandan da göz kapaklarının kapanmasına engel olmaya çabalıyorsun. Sonra bunca çabadan yorgun düşüp, uyuyaklıyorsun!
Anladım ki en şahane performans icin bile iyi bir sahne şart! Yoksa emeğe de o emeği takdir etmek isteyene de yazık oluyor.

Şimdi bu kimin suçu diye düşündüm yolda gelirken. "Biz zaten imkansız cambazlıklar yapıyoruz, ilave bir şeye gerek yok" mu demiş o çocuklar mesela? Ya da "sizin bu performansınız sahneye yeter de artar, seyirci nefes bile alamaz, siz karanlıkta gösteri yapsanız bile parlarsınız" diye bu çocukları kandıran birileri mi var. Yoksa "her gösteri Saltimbanco olmak zorunda değil ki, bu da böylesi. Alan memnun, satan memnun" prensibi mi geçerli. Her malın alıcısı var hesabıyla... Bilemedim. Ben onca emek ve başarı ayakta alkışlanmayı hak etmişti diye düşündüm. Oysa herkes aralarda uyudu, sonunda kısa bir alkış. Adil gelmedi. Kızdım. Bana neyse...

Gösteriden çıkarçıkmaz ay tutulmasını gördük. Bak o kusursuzdu. Pırıl pırıl bir hava, nefis bir İstanbul manzarası ve ay tutulması...

Özetle bu sefer daha ziyade yedik içtik. Ayların diyeti son 3 gündür darmadağın oldu. Hem de ne darmadağın olmak... P.tesi efendiliğimizle diyetimize döneceğiz elbet.

Gece bizim eve dönüşümüzden bir saat sonra İngiltere yolcumuz da döndü. Kızım cuma akşamından beri evde sürpriz hazırlıyordu. Kalpler, oklar, şifreler, onları takip edilince bulunan mektuplar, koridorlara serpilen konfetiler... Bir yaratıcı, bir detaylı, bir özenli, bir romantik hazırlık! Hayretle, hayranlıkla izledim canım kızımı. Cuma akşamı da c.tesi gecesi de yorgunluktan ölüyordu ama tek bir detaydan bile vazgeçmedi. Nasıl da estetikti her detay. Beceriyor da cüce aklından geçenleri hayata geçirmeyi!

Geceyarısı herkes evdeydi.

Dolunay, ay tutulması, yeni bir hafta, yılın sonu...


O kadar çok, o kadar çok
aradım ki seni,
yeryüzü boydan boya
sana benzedi.
O kadar çok, o kadar çok
istedim ki seni,
adını verdim tüm
eşyalarıma

Var mısın sen?
Yoksa ben mi uydurdum seni?
...
Güzellik/Veselin Hançev

6 Aralık 2011 Salı

Diyelim bence!

Sabaha karşı uyanıp da uyuyamamaktan mı, tutulan/tutulacak aydan güneşten midir nedir, öfkeyim. Olan, olmayan ne varsa hepsine...
Bugün bu işlerden anlayan bir arkadaşım gece yarısı cin gibi uyanmama "gizli depresyon belirtisi ama akıllı kadınlar depresyonu bile manipule edebiliyor, biliyorsun, di mi?"dedi. Yok valla bilmiyorum ama aklıma yattı.
Şimdi ben depresyonda olan ama bunu manipule edebildiği için kendine bile çaktırmayan, "gizli" kalmasını sağlayan, bu yüzden de kendini akıllı zannedip sevinen ama aslında bildiğin salak mıyım? Valla galiba öyleyim. Kavuşsam şu uykuya, bitse gitse yahu! Pamuk şeker tadındaki salaklık boyutuma dönsem.

Uykuyu ararken bir yandan, iki gündür benim işimin duayenleri sayılan iki enfes kadınla beraber çalıştım. İki insan bu kadar mı keyifli, akıllı, güzel ve profesyonel olur. Hayalim onlar gibi olmak benim. Öyle işte, Saide hanım neyse, o!
Öfke möfke de olsa bugün yine şükrettim Allah'a, bu mesleği bana verdiği için. Benim öfkem hep kendime zaten.

Bugün Saide hanım kendisini çok etkilemiş bir koçun iki öğüdünü paylaştı. Birisi daha çok tespit gibi... Kendini acımasız, hiç savunmasız bir gözle göremeyen birinin kimseye koç olması mümkün değil dedi. (Ben bi sevin, bi sevin!)
Bir de şöyle bir motto aktardı: If you don't let your children go, they never come back!

Hepsi tamam da ben yine Ece Temelkuran diyeceğim. Gönlümden geçen ne varsa, tam da aynı gün, tam da kelimesi kelimesine...

5 Aralık yazısı. Her zamanki gibi çok güzel!

ÖBÜR HAYAT
Şimdi Tunus'ta bir sahil kasabasında kendi sesimi hatırlıyorum: "Bir ömürde bir hayat olması ne büyük bir haksızlık"
deyişimi hatırlıyorum. Şimdi başka bir hayatın eşiğinde durmuş, önüme bakıyorum. Kendime bakmıyorum, söylemiştim, çünkü kadrajın dışındayım. Sadece hayata bakıyorum. Ne kısa ve ne basit bir şey olduğuna. Bir anda değişibilirliğine bakıyorum hayatın. Ne kolay. Küçük bir kararla. Ufacık bir hareketle pat diye başka biri olmanın içine düşebileceğime bakıyorum. Sadece buna bakıyorum. Yeniden "olabilmek" imkânına. Büsbütün başka bir şey olabilme imkânına... Olamaz mı? Ama insan kendine ihtimal vermeli. Verebilir diyelim şimdilik. Ece Temelkuran/Kadrajın Dışında
>

4 Aralık 2011 Pazar

Hayırdır

Nefes nefese bir haftadan sonra hafta sonunun da sonuna geldik!

Cadı yeğenim Müge ve cadı kızımla bir hafta sonu geçirdik.

Sabah brokolimi ocağa, kurabiyelerimi fırına koydum. Evin içi kurabiye koktu. Çok hoşuma gidiyor evde kek, kurabiye kokusu. Kesilmiş taze çiçek, hafif bir mum kokusu… O yüzden her fırsatta taze çiçek almaya çalışıyorum. Kek pişirme sıklığım epeyce düştü. Kokulu mumları neredeyse her akşam yakıyorum.
Kızım un kurabiyesine bayılır oldu son zamanlarda. Satın alıyordum, bugün ilk un kurabiyesi dememi yaptım. Bakalım nasıl olacak?

Akşam yemeği konusu tam bir şenlik! İkisi de birbirinden uyuz. Brokoli sevmezler, ıspanaktan nefret ederler falan. Menü şöyle; brokoli salatası (bana), mantar çorbası (Müge’ye), ızgara tavukgöğsü (kızların ikisine). Ben tavuktan bildiğin nefret ederim. Canlısını da sevmem.
Planım yumurtalı ıspanaktı ama ne yazık ki, satamadım.

Malum uykum epeydir kayıp. Sabah ezan okunmadan uyanıyorum. Ipad yanımda oluyor Allah’tan. Gazete okuyorum. Kızlar uyanmasın diye yataktan kalkmadım bugün. Ama çok dayanamadım tabii. Sabah 9 olmadan ayaklandım. Klasik olduğu üzere cücenin p.tesi giyeceklerinin yıkanması gerekiyordu. P.tesi okula eşofmanla gidiyor. Ama c.tesi baskete de eşofmanla gidiyor. Haliyle p.tesi için eşofmanların yıkanması lazım. Okul eşofmanı diye bir şey var. Her eşofman olmuyor!
Pazar öğleden sonraları için bir klasik daha var. Nuray hnm’dan kaçırılacak kıyafetlerin ütülenmesi. Allah'tan ütü bana rehab.

Bugünlerde gerginim. Kendimi engellenmiş ya da yorgun hissettiğim zaman böyle gergin oluyorum. Nadir oluyor ama oluyor. Şöyle bir düşününce bir önceki haftanın tümü ve geçen hafta epeyce yoruldum. Geçen Cuma akşamı mantı ile buluşma, c.tesi kurslar rutini, Pazar okulda kermes, her akşam bir şeyler, p.tesi/Salı işte gergin konular, arada telefon tacizleri, kızın sınavları, bowling gecesi, iki arada toparladığım analizler, toplantılarım… Bu hafta sonu bonus olarak bir de veli toplantısı vardı!

Engellenme ya da zorunluluk diye kabul ettiklerimin çoğu benim tercihim, biliyorum. İstesem kendime küçük aralar verebilirim. Ama bu aralar için başka taklalar atmam gerekiyor.
İşte o zaman kimsenin hiç bir şeyi olmak istemediğim zamanlar geliyor. Yoruluyorum rollerimden, sorumluluklarımdan! Tek kendimden ibaret olmak istiyorum. Hayal gücüme sığınıyorum. Hayallerimdeki paralel evrene geçtiğimi varsayıyorum. Gözlerimi kapatıp, meşhur uzun bembeyaz kumsalımda, tek başıma kalıyorum. Kimsenin annesi, kızı, karısı, amiri, memuru değilim.

Sözün özü son günlerde pek tek başıma kal(a)madım. Bir kahve iç(e)medim. Kendi başıma deniz kenarında yürü(ye)medim. Uzun uzun kitapçı gez(e)medim.

Şu anda kızım içeride ipod’da Model diye bir grubun “Değmesin ellerimiz” şarkısını dinliyor ve bağıra bağıra eşlik ediyor. Kuzulu pijamaları üzerine beyaz bir kar yeleğive siyah çoraplarıyla dolaşıyor. Nasıl komik!

Bu hafta sonu üç enfes film izledim.

Fargo-Cohen Kardeşler’den. Ne zamandır aklımdaydı. Dört dörtlüktü.
İyi Yürek-Ne kadar etkileyici olduğunu anlatamam… Saatlerce sahne sahne aklında kalıyor insanın.
Ve… Hugo!

Hugo’yu izlemelisiniz. Şu anda vizyonda. Ben çok sevdim. 3 boyutta zirve herhalde. Ama ben öyküye bayıldım.

Hugo babası ölünce kimsesiz kalıyor. Ve hayatta hep bir anlam arıyor. Aslında babasının ölümünü ve niye bu kadar yalnız kaldığını anlamlandırmaya çalışıyor. Her şeyin, aletlerin bile bir amacı olduğunu düşünüyor. O bozuk bir alet gördüğünde üzülüyor. Varoluş nedenini yerine getiremediğini için hemen onu tamir etmek istiyor. “Bazen” diyor, “tüm dünyayı tek bir alet gibi görüyorum. Aletler tüm parçaları tam halde olur. Hiç artan, fazladan bir parça olmaz. Böyle düşününce ben de bu dünyadaki artık bir parça değilim o halde diyorum. Benim de bu dünyada olmamın bir amacı olmalı.”
Kendi amacını “varoluş sebebini yerine getiremeyen şeyleri tamir etmek” olarak görüyor koca yürekli, küçük Hugo’muz.

Arada kendi yaşam amacını yitirmiş ve yeni düzeninde bir türlü kendini anlamlı hissedememiş, o yüzden mutsuz, katı, acımasız bir başka kahramanla ve onun dünya güzeli evlatlık kızı Isabelle ile yollarımız kesişiyor. Saatler, istasyon, sinema, icatlar, hayaller fantastik biçimde akıyor.
İstasyondaki diğer kişilerin yaşam öykülerine de ucundan dokunuyoruz. Her birisi içinde bambaşka öyküler taşıyan sıradan hayatlar… En acımasız olana acıyor, en kötü olanı anlıyor, bazılarına gülüyor, insan olma hallerine ve hayallerin gücüne bayılıyorsun. Ben bayıldım.

Kaç yaşında olursak olalım en büyük tehditin öksüz kalmak olduğunu düşündüm filmden sonra.
David Copperfield’dan, Peter Pan’a öksüz çocukların yetişkin insan hayal gücündeki en ince teli sızlatması bundan herhalde. Küçücük bir çocuğu dünya karşısında tek başına ve tümden sevgisiz ve korunmasız bırakan öksüzlük galiba yetişkin dünyamızda somut olarak anne-babayı kaybetmekle olmasa da, yapayalnız ve sevgisiz kalma korkumuzun en derinde saklı olmasını temsil ediyor.
Galiba…

Bu hafta işte yine dopdolu bir gündemim var.
Yine de koçluk randevuları vereceğim ve hafta sonu kızımla birlikte çok güzel bir İstanbul programımız var. Kahvaltı, Nişantaşı, İlkim Değişikliği Sergisi, Çin Akrobasi Gösterisi…

Susan Miller sitesinde astroloji takibine devam ediyorum ama anlayamıyorum ki anacım ne olup bitiyor. Güneş tutulacak, ay tutulacak anladım da ne olacak yani?
Hayır olsun işşallah...


Kan yasası bu insanın:
Üzümden şarap yapacaksın
Çakmak taşından ateş
Ve öpücüklerden insan!

Can yasası bu insanın:
Savaşlara yoksulluklara
Ve binbir belaya karşın
İlle de yaşayacaksın!

Us yasası bu insanın:
Suyu şavka döndürüp
Düşü gerçeğe çevirip
Düşmanı dost kılacaksın!

Anayasası bu insanın
Emekleyen çocuktan
Uzayda koşana dek
Yürürlükte her zaman

Can Yücel