21 Haziran 2012 Perşembe

İYİ Kİ !

Hayat hep bu hızda değişiyor muydu? Yoksa bu ara bana mı öyle geliyor?

Öyle çok şey ardı ardına oluyor ki!

Yakın zamana bakıyorum; geçen sonbahar futurizm zirvesine gittim ve herşey orada başladı! Hayatımızın gerçekleştirdiğimiz hayallerden oluştuğunu anlatanları dinlerken fark ettim ki, benim hayatım peşinden koştuğum hayallerimin ürünü değil. Kendi hayatıma dair hayaller kurmamış ya da hayallerimi hiç ciddiye almamış olduğumu fark ediverdim! Meğer gelişine göre yaşamışım.

Oysa yıllarca hayatı sıkı sıkı kontrol etmeye çalışan biri olduğumu sanırdım. Üstelik bu talihsiz ve beyhude amaç için çok çaba harcadım. Gel gelelim o gün fütürizm zirvesinde bulunmam bile bir hayalin çıktısı değil, tesadüflerin önüme koydukları içinde yaptığım bir seçimdi. Kabul etmeliyim ki bu kadar şuursuz biri için her zaman çok şanslıyımdır.

Zirveden çıkınca bir kafeye oturdum ve ilk defa kendim için bir hayal kurmaya başladım. Hala eklemelerle hayalime devam ediyorum.

Ben ne istiyorum aslında?

Bütün yapıp etmelerim, tüm çabam ne için?

O gün bu soruya cevabım detaylı olmasa da; her zaman çalışan, işi-gücü olan, yaptığı işi seven, tutkuyla yapan, para kazanan, okuyan, yazan, sevdikleriyle uzuuun masalar etrafında yiyip içen, mutlu bir kadın olmak istedim. O kafede başlayan hayal aklıma koçluk eğitimi düşürdü hemen arkasından. Ne ilgisi ver, bilmem.  

Sonra dünyanın dönme hızı arttı.

“Tık” diye Adler İzmir’de koçluk eğitimi açılıyor mesajı düşüverdi önüme. Düşünmeden kaydoldum. Eğitimler bana koçluk becerisi kazandırdı elbette ama asıl olan başkaydı. Ben kalbimin sesini aklımla izleyecek yolu buldum! Hayatım boyunca bir sürü beceri kazandım, bir sürü şey yaptım, bir sürü şey öğrendim ama çok bir şey OLmadım. Hepsi bir işti, görevdi, ünvandı, sorumluluktu, -meliydi, -malıydı… Ne oldum ben deyince baktım ki; ben aşık olmuşum, anne olmuşum, bir de koç oldum.

Koçluk hikayesine ucundan kıyısından bulaşanlar zirve deneyimini bilirler. Ahir ömrümüzü düşündüğümüzde hatırladığımız ennnn mutlu günümüz zirve anımızdır. Ben adının “zirve deneyimi” falan olduğunu bilmeden hayatımın zirve anını biliyordum. Hatta o gün, yaşadığımın ne kadar özel bir an olduğunu biliyordum.

Üniversite 1. sınıfa başlamıştım. Ankara’da bir sonbahar akşamı. Hava kararmış, hafif soğukça, yapraklar dökülmüş yerlere renk renk. Sokakta yürüyorum. Hiç acelem yok. Kestane almış, kalabalığa karışmışım. Evime gideceğim. Otobüs durağına gidiyorum yürüyerek. En uzaktakine. Hafif rüzgarın keyfini çıkarıyorum. Tek başınayım. Evde beni bekleyen yok. Arkadaşlarım, ailem, sevdiklerim yerli yerinde. “İyi ki!” diye geçiyor aklımdan. “İyi ki buradayım!” Hissettiğim bir şükran duygusu. Kendimin en iyi halindeyim. Beni o ana ulaştıran her şeye müteşekkirim. Eğitimin başında zirve deneyiminizi hatırlayın dediklerinde bir an bile düşünmedim. O “an” bir resim olarak hep aklımdaydı. Onlarca defa anlattım bu anı. Hala, her seferinde anlatmak, hatırlamak hoşuma gidiyor.

Bugün, “o anı zirve yapan neydi?” diye her baktığımda yeni bir şey görüyorum. Her baktığımda “bunu şimdiye kadar nasıl fark etmedim?” dediğim başka bir şey…

Yeni fark ettiklerimden en şaşırtıcısı o anın içinde “yeni bir başlangıç” olması. Yeni bir sürü başlangıç! Yeni okul, hayatımın yeni bir dönemi, yeni bir şehir, yeni arkadaşlar, yeni sokaklar, yeni bir ev, … Yeni bir hayat!

Yeni başlangıçların bedeli var. Alışkanlıkların sıcacık konforunu ve dahası güvenlik duygusunu kaybediveriyorsun! İnsan olduğu yerden ileri bir adım atarken sanki nesi varsa kaybedecekmiş gibi bir korkuya kapılıyor. Bu üç kelime alışkanlık, konfor ve güvenlik hayatımızın kilidi oluyor. Peki, kilidi açıp dışarı çıkınca ne mümkün oluyor? Ne kazanıyorsun?

Benim cevabım dün akşam bir kere daha yaşadığım dolu dolu bir “iyi ki!” duygusu. Başka türlü bir mutluluk, yaşamına eklenenler. Bir çoğalma duygusu...

Dün gece benim canım Nes’imin veda gecesini yaptık. Gecenin bir yarısında birlikte çok içtiğim, çok güldüğüm, çok eğlendiğim bu insanları ne çok sevdiğimi fark ettim. Aynı şekilde sevildiğimi bildim, hissettim. Son 3 yılda çıktığım yolda benimkine karışan hayatlar…

“İyi ki!” deyiverdim yine! “İyi ki, hayatıma, sevdiklerimin arasına bu insanları da katma fırsatı bulduğum bu yola çıkmışım!”

Şimdi benim canım Nes’im 10 adım ötemdeki masasını boşalttı. Yeni bir işe geçiyor. Benim 10 adım öteme yeni birisi gelecek. Nes’im başka birisinin yakınındaki masaya yerleşecek. Her sabah çayla başlayan sohbetimiz, 3 kelimeyle anlaşıvermemiz, birbirine kayıtsız şartsız güvenmenin konforu kaybolacak. Yeniden yol bulmaya, güven kurmaya, başka insanlar tanımaya, yeni bir sabah rutini oluşturmaya uğraşacağız. Üstelik bazısıyla bunlar bir daha hiç olmayacak. Eskiden nasıl da korkuturdu bu beni! Hala azıcık gözlerim doluyor, kalbim sıkışıyor ama artık biliyorum; sonunda “iyi ki!” diye biten bir başka gün daha olacak.  

Bu Nesli beni bir kere daha bırakıp gitmişti blogger’larım. Ağlamaktan içim çıkmıştı o zaman Bu sefer “ben bumerang gibiyim, yine döner seni bulurum” dedi. O yüzden ağlamıyorum. Biliyorum ben, o yine beni bulacakJ 

"Travelling from known to unknown requires crossing an abyss of emptiness. We first experience disorientation and confusion. Then, if we are willing to cross the abyss in curious and powerful wonder, we enter an expansive and unknown country that has its own rhythm. Time melts and thoughts become stories, music, poems, images, ideas. This is the intellegence of the heart. But by that I don't mean just the seat of our emotions. I mean a vast range of receptive and connective abilities; intuition, innovation, wisdom, creativity, sensitivity, the easthetic, qualitative and meaning making. It's here we uncover our purpose and passion." Dawna Markova/I Will Not Live an Unlived Life


11 Haziran 2012 Pazartesi

Mutfak Masası

Mutfak masasında oturup sohbet etmeyi ne çok sevdiğimi fark ettim. En yakın olduklarımın hepsiyle mutfaklarda konuşuverdiklerimizi hatırladım. Mutfakta oturup konuşmuşluğum olmayanlara gönlümü tam açmadığımı fark ettim. Mutfak meğer bendeki fabrika ayarlarına geçiş düğmelerinden biriymiş, anladım. "Mutfakta oturmayın, salona geçin" diyenleri niye anlamadığımı hatta sinir olduğumu da böylece açıklamış oldum.

Bir kere daha şükran dolu beş gün geçirdim. Yeni bir koçluk eğitiminde asistandım. Her sabah Pasaport'ta yürüyüp kahvaltı yaptım (bonus!) Vapurla işe gidenleri görüp kıskandım. Hayaller kurdum. Onlara inandım. Her akşam yorgun ve şükran dolu yattım. Herkesin kendi hayalini bulması ve benim gibi şükran dolu olmasını diledim.

Elbet p.tesi oldu. Telefonlar, mailler, hesap-kitap başladı kaldığı yerden. Ben zihnimde hayallerimi ince ince detaylandırmaya devam ederken... Olsun. Kabulüm.

Tatlı kızım okul kapanır kapanmaz yaz kampına gitti. Gündüzleri mutlu. Geceleri hüzünleniyor. Özlüyor. Evde olmaya ihtiyaç duyuyor. Pazar akşamı "yorgunluktan perişanım" demedim, 10 dakika görüşelim diye gittim oteline. Akşam yemeği Çeşme Marina'da oldu böylece:) (Bir bonus daha!) Çarşamba dönüyor. Ben de onu özlüyorum. Ama galiba ben sandığımdan daha iyi idare ediyorum. Kalpsiz anne! (Gulyabani bu, susmaaazzz!)
Yarın kocam da yok. Evde tek başınayım. YAŞŞAAASIIIINNN!
Kızım beni ısrarla çağırıyor. Lobide 10 dakika için akşam 8'den sonra Çeşme'ye git-gel. Üstelik kızın dönüşü Çarşamba öğleden sonra.

Değer mi?

Değmez mi?

Maç yarın akşama. Bakalım kim kazanacak? Gulyabani vs Gülyabani.

Tekno devrimime skype ekledim. Yarından itibaren linkedin, blog, facebook ve (şifresini hatırlayamasam da) twiteer a ilave olarak skype'dayımmmm!

Blogger'larım,
Daha önce bahsettiğim büyyüüüük şirket aktivitemiz süper geçti. Arkadaşlarla buluşuldu. Merak edene info, hasar yok çok şükür. Bilakis her şey yolunda.

Bu hafta hergün ve her gece yine dopdolu. Hafta sonu yazlığa taşınmaca.

Gelecek hayalimi iyicene ilerlettim. Geri sayıma başladım. 40. doğumgünümü yeni bir başlangıç yapmış olarak kutlayacağım. 1 Ekim 2014. Koçluklarımın için bir ofis, bir de ACC sertifikasyonu.
Bak o gün blog'da da özel birşey yapmayı düşünebilirim. Evet, evet...

Fani dünyada hiç bir halt olmadığımız mesajı geçtiğimiz hafta iki kez gözüme sokuldu blogger dünyası. Önce eğitim yaptığımız otelin karşı köşesindeki kafeye yaşlıca bir teyze arabasıyla girdi! Gözümüzün önünde, bir anda kaldırımda ne varsa yıkıp dökerek kafeye daldı!!! Orada kendi halinde yemeğini yiyen kafe çalışanı arabanın altında kalıverdi. Çocuk şimdi hastanede. Omurgası kırılmış. İyileşecek inşallah.
Derken pazar öğleden sonra 7. katta, tamamen pencereden duvarları 360 derece deniz manzaralı  salonumuzun dünyadaki cennet mekanlardan biri olduğuna emin, eğitimi kapatırken deprem oldu. Bayaaa da oldu, uzun uzun sallandık hani.
Kaçmaya niyet eden oldu ama nereye? Merdivene mi? Asansöre mi? Kaçacak yer yok ki! Bekledik. Kimimiz sabırla, kimimiz korkuyla, kimimiz merakla, kimimiz rahat, kimimiz korktuğunu belli etmeden, kimimiz korkmadan, kimimiz telaşla. Bekledik... Geçti.

Gerçek hikayeler zaman alır. Zamanı durdurarak, zamanı düşünerek, zamanı merak ederek bu tür bir zamanı kaybetmeye başladığımızda hikaye anlatmayı bırakırız... Kendi hikayemizi bilmeyi ve anlatmayı. Başkalarının hikayelerini dinlemeyi. Gerçek dünyanın tam da böyle hikayelerden oluştuğunu hatırlamayı bırakırız.        Rachel Naomi Remen/Kitchen Table Wisdom





Olduğum Gibi

"OLDUĞUM GİBİ"
Bütün herşey başladığında ve ben akan suda dallara tutunmayı bırakmayı göze aldığımda, bir işaret istedim bir gün. O sabah postadan bir kart aldım. Amerikalı bir dosttan. Kartta şunlar yazıyordu. "A bird does not sing because it has an answer, it sings because it has a song." Ve tutunduğum son dalı da bıraktım. Akmaya karar verdim hayatımda ilk defa sonunu hiç düşünmeden. Artık daha rahat nefes alıyorum ve daha rahat uyuyorum. Ve bu noktaya gelirken yanımda olan herkese çok teşekkür ediyorum.
Annem hep "Allah karşına iyi insanlar çıkartsın kızım" diye dua ederdi. Duaların kabul oldu anne, rahat uyu...

Albüm: Olduğum Gibi/Jülide