11 Haziran 2012 Pazartesi

Mutfak Masası

Mutfak masasında oturup sohbet etmeyi ne çok sevdiğimi fark ettim. En yakın olduklarımın hepsiyle mutfaklarda konuşuverdiklerimizi hatırladım. Mutfakta oturup konuşmuşluğum olmayanlara gönlümü tam açmadığımı fark ettim. Mutfak meğer bendeki fabrika ayarlarına geçiş düğmelerinden biriymiş, anladım. "Mutfakta oturmayın, salona geçin" diyenleri niye anlamadığımı hatta sinir olduğumu da böylece açıklamış oldum.

Bir kere daha şükran dolu beş gün geçirdim. Yeni bir koçluk eğitiminde asistandım. Her sabah Pasaport'ta yürüyüp kahvaltı yaptım (bonus!) Vapurla işe gidenleri görüp kıskandım. Hayaller kurdum. Onlara inandım. Her akşam yorgun ve şükran dolu yattım. Herkesin kendi hayalini bulması ve benim gibi şükran dolu olmasını diledim.

Elbet p.tesi oldu. Telefonlar, mailler, hesap-kitap başladı kaldığı yerden. Ben zihnimde hayallerimi ince ince detaylandırmaya devam ederken... Olsun. Kabulüm.

Tatlı kızım okul kapanır kapanmaz yaz kampına gitti. Gündüzleri mutlu. Geceleri hüzünleniyor. Özlüyor. Evde olmaya ihtiyaç duyuyor. Pazar akşamı "yorgunluktan perişanım" demedim, 10 dakika görüşelim diye gittim oteline. Akşam yemeği Çeşme Marina'da oldu böylece:) (Bir bonus daha!) Çarşamba dönüyor. Ben de onu özlüyorum. Ama galiba ben sandığımdan daha iyi idare ediyorum. Kalpsiz anne! (Gulyabani bu, susmaaazzz!)
Yarın kocam da yok. Evde tek başınayım. YAŞŞAAASIIIINNN!
Kızım beni ısrarla çağırıyor. Lobide 10 dakika için akşam 8'den sonra Çeşme'ye git-gel. Üstelik kızın dönüşü Çarşamba öğleden sonra.

Değer mi?

Değmez mi?

Maç yarın akşama. Bakalım kim kazanacak? Gulyabani vs Gülyabani.

Tekno devrimime skype ekledim. Yarından itibaren linkedin, blog, facebook ve (şifresini hatırlayamasam da) twiteer a ilave olarak skype'dayımmmm!

Blogger'larım,
Daha önce bahsettiğim büyyüüüük şirket aktivitemiz süper geçti. Arkadaşlarla buluşuldu. Merak edene info, hasar yok çok şükür. Bilakis her şey yolunda.

Bu hafta hergün ve her gece yine dopdolu. Hafta sonu yazlığa taşınmaca.

Gelecek hayalimi iyicene ilerlettim. Geri sayıma başladım. 40. doğumgünümü yeni bir başlangıç yapmış olarak kutlayacağım. 1 Ekim 2014. Koçluklarımın için bir ofis, bir de ACC sertifikasyonu.
Bak o gün blog'da da özel birşey yapmayı düşünebilirim. Evet, evet...

Fani dünyada hiç bir halt olmadığımız mesajı geçtiğimiz hafta iki kez gözüme sokuldu blogger dünyası. Önce eğitim yaptığımız otelin karşı köşesindeki kafeye yaşlıca bir teyze arabasıyla girdi! Gözümüzün önünde, bir anda kaldırımda ne varsa yıkıp dökerek kafeye daldı!!! Orada kendi halinde yemeğini yiyen kafe çalışanı arabanın altında kalıverdi. Çocuk şimdi hastanede. Omurgası kırılmış. İyileşecek inşallah.
Derken pazar öğleden sonra 7. katta, tamamen pencereden duvarları 360 derece deniz manzaralı  salonumuzun dünyadaki cennet mekanlardan biri olduğuna emin, eğitimi kapatırken deprem oldu. Bayaaa da oldu, uzun uzun sallandık hani.
Kaçmaya niyet eden oldu ama nereye? Merdivene mi? Asansöre mi? Kaçacak yer yok ki! Bekledik. Kimimiz sabırla, kimimiz korkuyla, kimimiz merakla, kimimiz rahat, kimimiz korktuğunu belli etmeden, kimimiz korkmadan, kimimiz telaşla. Bekledik... Geçti.

Gerçek hikayeler zaman alır. Zamanı durdurarak, zamanı düşünerek, zamanı merak ederek bu tür bir zamanı kaybetmeye başladığımızda hikaye anlatmayı bırakırız... Kendi hikayemizi bilmeyi ve anlatmayı. Başkalarının hikayelerini dinlemeyi. Gerçek dünyanın tam da böyle hikayelerden oluştuğunu hatırlamayı bırakırız.        Rachel Naomi Remen/Kitchen Table Wisdom





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder