28 Ocak 2011 Cuma

Gidiyorum!

Yarın gidiyoruz. Almanya'ya, uzaklara... Ailece turistiz.
Yol boyunca not alacağım. Dönünce görüşürüz...

"Huzursuz olmak ille de korkmak anlamına gelmeyebilir. Bu huzursuzluğu beni ihtiyatlı olmaya yönlendiren bir çeşit uyarı olarak düşünebilirsiniz. İhtiyat yalnızca kaçınılmaz olanı ertelemeye yarar ve insanoğlu er ya da geç teslim olur." Jose Saramago/Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş.

23 Ocak 2011 Pazar

Kimsiniz?

2011'in neşesi olacak gelişmeyi açıklayarak başlamalıyım. "Neşe" ve "kesin değil" deyince bir bebek haberi çağrıştığını, "hala oluyorum" anlamı çıktığını hiç düşünmemişim. Haber bu değildi. Eski işyerimde yıllarca birlikte çalıştığım, çoook sevdiğim arkadaşımla birlikte çalışmaya başladık. Bana ne kadar iyi geldi anlatamam.

Ne arar insan hayatında? İş yerinde? Şirketin büyüklüğü mesela insanın kendisini daha "büyük" hissetmesine sebep olur mu? Geldiğimiz mevki midir başarımızın tarifi? Kazandığımız para mı?

Sahi, nedir bizi tarif eden?

İşimiz değilse, eşimiz mi? Evimiz, oturduğumuz semt ya da site mi? Nereli olduğumuz mesela... Ya da tuttuğumuz takım mı? Mezun olduğumuz okul? Hani kendini mesleğiyle tanımlayanlar vardır. Tarif etmeye kimliğimizi, mesleğimiz yeter mi? "Ben bir anneyim" desem beni tanımış olur musunuz?

Peki sıfatlar seçecek olsak... Sabırlı mı yoksa öfkeli mi? Kıymet bilen mi yoksa bencil mi? Sevilen olmak zorlaşınca Korkulan olan mı, Alice'in Kırmızı Kraliçesi gibi. Razı olanlardan mı, isyan edenlerden mi? En zor anda bile "orada" olan mı, korkup saklanan mı, kalp kıran mı, sarsılsa da yıkılmaz mı? Doğru mu, yalancı mı? Destek olan mı, destek isteyen mi? Uykusuz mu yoksa kararsız mı? Başarılı mı, kaybeden mi? Herkes gibi mi, herkesten farklı mı?
"Hepsi" mi, "olduğu kadar" mi?

Hangi kahraman desem... Alice mi, Şapkacı mı? Anakin mi, Darth Vader mi? Yoksa her zaman Efendi Yoda mı? Gönül Adamı mı? Bezgin Bekir mi?

Duygularımız bizi tarif eder mi? Kaç tanesi gerekir?

İsteklerimiz mi kaçındıklarımız mı? Seçtiklerimiz mi, vazgeçtiklerimiz mi?

Hem cesur hem korkak olabilir mi bir insan? Hem isteyip hep vazgeçebilir mi? Ya da hem bencil hem fedakar olur mu? Olmaz mı?

Nasıl biliriz kim olduğumuzu? Bizi nasıl bilirler? Bizi bir bilen var mıdır? Yoksa bir ömür bizi bizden iyi bilecek birini arayarak mı geçer?

Bana sormayın. Ben hiç bilenlerden olmadım. Ben soranlardanım.

Mutlaka: Leman'ın 1000. özel sayısı (Tam 20 yıl olmuş!)
Ece Temelkuran, Ece Temelkuran, Ece Temelkuran

Bu hafta sonu yarı yıl tatili! İlk sömestr bitti bile. Bir aksilik olmazsa Almanya'da olacağız.

Tatil ihtimali en kederli insanları bile hayatın yaşamaya değer olduğuna ikna edebilir. Aşk dışında pek az şey bu kadar hevesle beklenir ve yine pek az şey bize tatiller kadar zengin ve karmaşık hayaller kurdurur. Alain De Botton

9 Ocak 2011 Pazar

gecenin üçünde

Sabahın üçü ölü zamandır. Vücut fiziksel ve zihinsel açıdan en olumsuz şartlarındadır. Savunmasının en zayıf olduğu, sabaha ulaşma umudunun en uzak gibi göründüğü zamandır bu. En kötü hayallerin kaçınılmaz, en karanlık korkuların gerçekleşmek üzere gibi geldiği zamanlardır.
Kemiklerin Şifresi/Simon Beckett



Düz değil düzen değil az değil ezen değil
Boz değil bozan değil
Bir gül biter içimde
Tam bildiğim biçimde
Gecenin tam üçünde
Sevda gibi kanımda can verirken elimde
Pençe gibi düşümde uy değil uyku değil
Uy değil uyku değil
Bir gül biter içimde
Gecenin tam üçünde
Can değil canan değil er değil eren değil
Geç değil erken değil
Bir gül biter içimde
Tam bildiğim biçimde
Gecenin tam üçünde, gecenin tam üçünde / Fikret Kızılok

Fikret Kızılok'un sesinden de severdim bu şarkıyı, Sibel Sazal'dan da. Sibel Sezal'ı bilir misiniz? Hani daha çok "Bu Kalp Seni Unutur Mu?" şarkısında duyduğumuz kadın sesi. Fikret Kızılok şarkılarından bir albümü vardır. İlk gençlik yıllarında rastlamışsanız, o albümle çok içmiş, çok ağlamışsınızıdr. Her aşk acısını iyileşmez bir yaraya çevirme maharetinde bir albümdür. Geçen hafta okuduğum kitapta gecenin üçü satırlarını okuyunca şarkıyı da birden hatırlayıverdim. Bir ara hep gecenin üçünde uyanıp dururken aklıma gelmemişti.

Gecenin üçü de galiba bir sürü başka şey gibi çok "insanca"...
Bu, insana kendini iyi hissettiriyor. Herkes gibi, herkes kadar olmak. Bana çok iyi geliyor. Derken orada, burada öyle birşey oluveriyor ki tam "kendime herkes arasında bir yer buldum" derken yine uzağa düşüveriyorum! Alıştım artık.

Geçtiğimiz hafta işte güzel şeyler haftasıydı. Takdir edilmek güzel şey! Seyahat yoktu. İşler ilerledi ve haftanın son günü inşallah 2011'in neşesi olacak bir şey oldu! Minnacık da olsa bir olmama olasılığına karşı sanal aleme duyurmayayım şimdi. Kesinleşsin, hemen yazacağım.
Heyecanlı kitabım Kemiklerin Şifresi ve tabii enfes Ece yazılarıyla geçirdik haftayı. Bugün (yıldızımın etkisiymiş), evden çıkasım yok. Makarna değil balık ve salata menüsüyle yeni haftaya başlayacağız.

Eşitlik sıkıcıydı, aslında düşünülecek olursa, iyilik de sıkıcıydı; anlaşmazlık ve şiddet heyecan vericiydi.
Arkadaşlar, Aşlar ve Çikolata/Alexander McCall Smith

1 Ocak 2011 Cumartesi

turist

1 Ocak sabahı...
Geç kalkıldı, hediye paketleri ortadan toplandı. Hediyelere gündüz gözüyle tekrar bakıldı. Değiştirilecek olanlar paketlerine geri koyuldu. Kahvaltı evde yapıldı.
Yılbaşı büyük ikramiyesini bu yıl da kazanmadığımızı öğrenip, bambaşka bir hayata zıplama hayallerini seneye kadar rafa kaldırınca, bu sabahın dün sabahtan pek farkı kalmadı tabii. Yoksa şu anda Peru'ya giden bir uçaktan yazıyor olacaktım. (Uçak olmasa da havaalanından mutlaka yazardım, inanın.)
Ben hayatta en çok turist olmayı seviyorum. Başka şehir, başka ülke... Bazen "acaba kısa bir süre yaşamak için bir başka ülkeye gitmeyi denemeli mi?" dediğim bile oluyor.

Şimdilik turistik gezilerin heyecanı ile idare ediyoruz. Ocak sonunda Almanya'ya ve Mayıs'ta da Fas'a gidiyoruz! (İşşallah!) Her iki ülkeyi de önceden görmüş olsam da değil mi ki turistim, ben hep heyecanlıyım.

Güzel kızım gece geç yattığı için sabah geç uyandı. Üstünü örtmeye uğradığımda gözlerini açıp da beni görünce, bebekliğinden beri hep yaptığı gibi hemen iki kolunu sarılmak için bana uzatıverdi! Birden!
Kalbim göğsüme sığmadı. Hemen sımsıkı sarıldım. Hala küçücük olan ellerini öptüm. Ayaklarını avuçlarıma aldım. Aşka en çok benzeyen duygu, annelik.

Güzel bir film seyrettim. Certified Copy. Aslı Gibidir diye Türkçe'ye çevrilmiş. Filmin İran'lı yönetmeni aşkı tarif etmiş. Galiba bugüne kadar duyduklarımın en iyilerinden.

"Aşk deneyimlerin, çarelerin, umutların hiçbir işe yaramadığı andır." Abbas Kiarostami

Israrla Ece Temelkuran diyorum. Son yazıları yine muhteşem.