28 Ekim 2011 Cuma

Yolculuk yarın

Zaman geldi, bavul hazırlandı. Kocam sonunda haftalardır beklediği yolculuğa çıkıyor. Yarın Londra'ya gidiyor!
Çok heyecanlı... O, bizim hayatımızın enerjisidir. Her zaman hayalleri, heyecanları, planları vardır. Ve onlara tüm kalbiyle inanır. 6 haftalığına gidiyor. Bir hayalini daha gerçekleştiriyor. Ben O'nun hiç vazgeçmemesine hayranım (bazen de en çok bu yüzden ona düşmanım.)
Merakla bu macerayi bekliyorum.

Kıskanıyorum. Herkesi, herşeyi bırakıp kimseyi tanımadığım bir yere gitmek benim hayalimdi. Okumak, yazmak, bir de gitmek...
Hem de bu sıra. Gitmek istemelerimin en fazla olduğu zamanlarda...

Gidip gelmemek, sık aramamak falan gibi şaibeli söylemler ortada dolaşıyor. Yemekte çok güldük. Son derece klasik bir akşam sofrasında, yoğurtlu soslu mantı falan yeyip, (hatta kızlara yemek bırakmayı unutup) sonra şarap-peynire geçerek 40'lı yaşlar, uzun evlilikler, gidip dönmeme şartlarına güldük. Kocamın en sevgili arkadaşı, onun benim kızımdan sonra en çok sevdiğimmm kızı birlikteydik.

Yarın sabah O Londra'ya, ben diyetime (yeniden) başlıyoruzzzz!

Üzerine akşamın kapandığı gölüm ben
Bir kez hatıra ettim aşkı, bir daha etmem
Birhan Keskin


Geçen hafta eğitim iyi gitti. Devamı olabilir.

20 Ekim 2011 Perşembe

Banyodan...

Banyomu değiştirmek istiyorum sevgili okur. Tamamen pragmatik sebeplerle. Duşakabindir benim karakterime uyan düzen. Küvet müvet sevmem. Hatta özellikle istemem. Duşakabin istediğim gibi temizlenmiyor diye değiştirmek istiyorum. Yapılacak olan  değişiklikten çok yenileme...Galiba bu cümle beni tarif etmek için kullanılabilir. Değiştirmeye değil de yenilemeye muktedir bir kadın... 

Kıyafetlerimi ele alalım mesela. Farklı renk yok. Kışlıklarımı çıkardım pazar günü. Bütün kazaklar birbirinin aynı. Renkleri siyah, modelleri düz ve boğazlı. Pantalonlar siyah (ben yine gidip  siyah pantalon alıyorum!) Siyah olmayan kazaklar nefti bir yeşil. Sadece iki adet mor parça var. (Niye mor acaba diye ben de düşünüyorum hala...) Gömlekler beyaz, elbiseler gri, olmadı siyah.
Velhasıl bende değişiklik değil, yenilik oluyor. O da olursa...

Yemek konusunda da böyle miyim?
Bilemedim. Klasik yemeklerin farklı yorumlarına öfkelenirim. Tüpedüz kızarım, söylenirim. Annemle aramızda bitmez bir gerilimdir bu. O, yayla çorbasına her seferinde ilave bir malzemeyle yorum katmaktan vazgeçmez, ben de her seferinde sinirrr olurum.
Gel gelelim yeni tadlar denemeye kapalı değilim. Her memleketin, hiç bilmediğim yemeklerini merakla denerim. Cesurum bile denebilir. 

E madem öyle, niye öfkeleniyorum yayla çorbasına nohut eklendi diye o zaman? Bu da bir yeni tat olmuyor mu? Anneme mi eziyetim? Bak birden suçluluk hissettim. Zaten annem de geçen akşam bir akrabasın kızını tarif ederken nasıl benim gibi olmadığından örnekleyerek anlattı.  

Acaba asıl mesele yemek değil de annemle ililşkim mi sevgili okur? Bak şimdi, banyodan nerelere geldik...

Hafta sonu ilk defa bir sertifika programında ders vereceğim. Üç saatlik dersim var. Heyecanlıyııımmmm! Beni tanıyanlar uzun konuşamadığımı, yazamadığımı bilirler. Üstelik bu yaşta ve bu işte hala topluluk önünde olmaktan acaip huzursuzluk duyarım. (Kendine rağmen bu işi nasıl yapıyorsun demiş olan canım arkadaşıma bir kere daha gülerek "çok haklısın, ben de bilmiyorum" diyeyim.) Üç saat gözümde büyüyor, ne yalan söyliyiim. Amaaa elimden geleni yapacağım.

Daha önce hayaller kurmamış olabilirim. Yine de, sadece yenileme değil değişiklik de yapmayı başaracağım. İnanıyorum!

adımı unuttum
          adı olmayan yerlerde
ne in
           ne cin
                         ne beni adem
kervanlar geçiyor
          bir iğne deliğinden
çarşılar kuruluyor
sarayları oyuncak
      insanları karınca şehirler
zamanları gördün mü
                        bir iğne deliğinden
adımı unuttum
    adı olmayan yerlerde
geçip gidenlere bakarak
        
                   Asaf Halet Çelebi/ Om Mani Padme Hum

16 Ekim 2011 Pazar

Birikenler

Koşturmalı ama fena olmayan bir haftadan sonra kış geldi. Hava buz gibi oldu. Soğuğu, karanlığı falan sevmiyorum diyorum da en sevmedigim şey çoraplar. Geldi yine çorap zamanı. Üstelik zamanından önce geldi. Bugün yazlıkları kaldırdım. Çakma/hakiki tüm ev hanımları nasıl bir eziyet çektiğimi anlayacaktır.
Her sezon tüm gardrobu baştan yenilemek, bence sırf bu eziyet nedeniyl, çok cazip bir fikir...

Bu hafta seyahat etmedim, planladığım gibi gitti sayılır işler. Arada aniden gelişen bir Kıbrıs'a gitme heyecanı aynı hızda hüsran oldu. Hazır annem oradayken ben de pasaport işlerimi halledeyim diye heveslenmiştim ama son dakikada olmadı. Bir başka zamana kaldı.
Bu vesileyle nüfus memurluğunda, e- devlete geçilmesiyle çok değişen şeyleri (işlemlerin hızı) ve hiç değişmeyen şeyleri görmüş oldum. Haksızlık etmeyeyim, gerçekten değişim büyük.
Arada kızım okula gitmek istemedi sabahları. Servisi sevmiyor bu sene. Ya da öyle söylüyor. Neredeyse her sabah okula ben bıraktım. Ve bir pazartesi günü birlikte kaytarmaya söz verdim. Bakalım bu haftayı nasıl geçireceğiz.

Akşamları evdeydik. Ama Hafta sonu fazlasıyle sosyal geçti. Cuma akşamı sınıf anneleri yemeği vardı. Keyifli bir gece oldu. Hep keyifli oluyor.
C.tesi sabahı üst üste kurslar var. Sakın beni çocuğunu kurstan kursa sürükleyen annelerden sanan olmasın. Ben "çakma"yım. Sınıfça tüm hobiler, kurslar, murslar aynı. Biri nereye gidiyorsa hepsi orada... C.tesi sabahı ana kız kurs saatinden az önce uyanınca, ilk kurs olan basketbolu ektik. Kahvaltıda arkadaşlarımızla buluştuk. İkinci kursa yetiştik. O arada ben kuaföre gidip haftalık rutini aradan çıkardım. Sonra yine anneler buluşuldu. Bu defa çocuklarla birlikte bir öğleden sonra programı yaptık. O da gayet keyifliydi ama sosyal yaşam özürlü olan bana biraz fazla gelebilirdi. Tadında kalktım.

Hafta içi nefis bir film seyrettim salı günu. Miss Pettegrew Lives One Day. Denk gelirseniz kaçırmayın. Coen kardeşlerden Fargo da aklımda.

Veee c.tesi akşamı senfonik Bülent Ortaçgil konserine gittik. Açıkhavadaydı konser. Epeyce kışlık giyindiysek de dondukkkk! Kızim üşümesin diye ilk yarının sonunda çıktık. O kadarı bile nefisti. Dolunay, notalar uçuşuyor, hava buz gibi, senfoni eşliğinde Bülent Ortaçgil dinliyordum. Keyif nedir deseniz, böyle tarif edilebilirim.

Sen hep kendine önlemler aldın
Ben kendime yasaklar koydum
Önümüzde barajlar var
Bu su hic durmaz...
Bu su hiç durmaz.


Haftanın bir başka keyifli günu cumaydi. Öğleden önce bir görüşme sonrası 15 yıllık sevgili arkadaşımlaa uzun, bol sohbetli, bol dedikodulu, bol gülmeli bir yemek yedik. Sokaktaki herkesle selamlaşan, meyve satan amcayla ahbap sevgili arkadaşım bana taze ceviz siparişi vermiş. Dönerken bir torba taze ceviz ve nefis elmaları arabama yerleştiriyor, sarılıp ayrılıyoruz. Başarı böyle bir şey diye düşünüyorum. Sokaktaki herkesin sevdiği bir adam olmak, cevizci amcayla ahbap olmak, 15 yıllık dostlar biriktirmek, oturup keyifle saatleri fark etmeden yemek yemek...

"Ne kadar az yer, içer, kitap okursan, tiyatroya, meyhaneye, dansa ne kadar az gidersen, ne kadar az düşünür, sever, kuram yaratır, şarkı söyler, resim ve eskrim yaparsan, o kadar fazla sermaye biriktirirsin; güvelerin ve tozun yok edemeyeceği hazinen o kadar büyür. Kendin ne kadar azalırsan, o kadar çoğa sahip olursun; kendi öz hayatını dile getirmenle dışsallaşmış hayatını dile getirmen ters orantılıdır; yabancılasmış varlığın gitgide büyür." Karl Marx/ 1844 Felsefe Yazıları


Kardeşim bugün bir araba aldı. O'nu tanıyanlar bunun nasıl devrim niteliğinde bir şey olduğunu bilirler.
Bugün (pazar) yeniden Dexter!
Dergi: Psikeart/eylül-ekim sayısının konusu "yabancılaşma"
Kitap: Umberto Eco'nun yeni kitabı

10 Ekim 2011 Pazartesi

101!

Bu benim 101. yazımmmmm!
100. yazımı yazdığımın farkında değilmişim, profilimi değiştirirken fark ettim!!!
Ne zamandır niyet ettiğim şeyi yaptım, profil fotoğrafı değiştirdim. Tam da sonbahar olmasına rağmen kaldırdım sonbahar fotoğrafını. Geçen hafta, hani tam da yazın sonunda çekilmiş kendi fotoğrafımı koydum profilime.

Sonbahara inat keyifliyim. Umutluyum. Neşeliyim.

Şimdi sonbahara, yağmura, karanlığa, Satürn'e falan inat umut yazıyorum.

"Yaşamak dünyadaki en nadir şeydir. İnsanların büyük çoğunluğu var oluyorlar-hepsi bu" Oscar Wilde

Woody Allen'in Paris'de Geceyarısı filmi. Çok beğendim. Mutlaka!

7 Ekim 2011 Cuma

Haftanın Sonu

Beni teknolojisever yapan adam Steve Jobs öldü. Bütün gazetelerde hayatı, başarıları, sıra dışı dünya görüşü, cesareti hakkında yazılar var. Ben kendisini bir zaman önce Standford Üniversitesi'nde yaptığı efsane konuşmayla tanımıştım. Arzu nesnesi tasarımlarına vurulunca O'nu gerçekten merak ettim. Benim gibi x kuşağının bayrağını taşayan bir kadını teknolojiseverden de öteye geçirip,, arzu eder hale getiren tüm tasarımlarına bayılıyorum. Ipad imi neredeyse sarılarak uyuyacak kadar seviyorum. Ve tüm bunların mucidi adama hayranım. Şimdi, havaalanında oturmuş ipadime O'nun hakkında yazıyorum.

 En çok rüyalarina inan, hiç taviz vermeyen haline ne çok hayran olduğumu, nevrotik blogumun neredeyse ana teması olan hayallerini izleme cesareti gösterenlere duyduğum hayranlığı bilenler, anlayacaktır...

Bir hafta daha bitti. Bu hafta sonu Woddy Allen'ın Paris'te geçen şu son filmini seyretmek istiyorum. 

Eğer herşey yolunda giderse p.tesi akşam olduğunda, epeydir çok emek verdiğim işlerimin önemli bir kısmını başarıyla tamamlamiş olacağım. Hem tuhaf biçimde heyecanlı hem de mutluyum. E, azıcık da gururluyum. 

Bugün alıntım Steve Jobs'tan...

"Zamanınız kısıtlı, bu yüzden bir başkasının hayatını yaşayarak onu harcamayın.
Diğer insanların düşüncelerinin sonuçlarında yaşayan dogmanın tuzağına düşmeyin.
Başkalarının görüşlerinin gürültüsünün kendi iç sesinizi duymanızı engellemesine izin vermeyin. 
Ve en önemlisi kalbinizin ve sezgilerinizin yolundan gidecek cesarete sahip olun.
Onlar bir şekilde zaten sizin gerçekten ne olmak istediğinizi bilirler. Diğer her şey ikinci plandadır." Steve Jobs

5 Ekim 2011 Çarşamba

Yeni yaş

Yazmaya her geçen gün daha fazla üşenir oldum. Gönlüm mü geçiyor acaba? Gerçi her boş zamanımda bir şeyler yazıp duruyorum sağa sola. Dur bakalım...
Haftalarım İstanbul'a gidip gelmek ve kongrelere katılmakla geçti. Şikayetlenecek değilim. Çok yaralandım. Önce Futurizm Kongresine gittim. Ki benim için gerçekten vizyon açan bir kongre oldu. Bir sonraki hafta ise İnsan Yönetimi Kongresi vardı. O da keyifliydi. Arada İstanbul'da bitmeyen işlerim, görüşmelerim vardı. Akşamları sevgili arkadaşlarımla geçirdiğimiz zamanlar işin ennn güzel kısmıydı. Her akşam yedik, içtik. Eve dönüşüm enkaz gibiydi, burada işler dağ gibi birikti falan ama dedim ya, hiiiiç şikayetim yok.

Efendim, futurizm kongresi için ben birşey anlatmayacağım. Herkes girip baksın. Ufuk Tarhan çooook etkileyici bir hanım. Mgen adlı sitesinde zirve ve konu hakkında çok şey bulacaksınız. Ben epeydir yeni bir perspektifle tanıştığıma bu kadar memnun olmamıştım.

Geçtiğimiz cuma bir başka güzel sürpriz oldu. Eski işyerimdeki direktörümle ikimiz de İstanbul'da olduğumuz için bir kahve içimi buluştuk.
O havaalanına yetisecekti, ben işime. Kısacık zamanda benim icin çok değerli, çok keyifli bir sohbet ettik. Çok da içten! Bu Nasıl oldu bilmiyorum ama O'nunla iletişimimizin derinliği beni çok mutlu ediyor.
Bunca zamandan sonra, artık iş-güç hiç bir bağımız kalmamışken bir kahve sohbeti için gösterdiğimiz çaba, sohbetin keyfi bana kendimi çok iyi hissettirdi.

Derkeeen bir de doğum günüm geldi geçti aradan. O da bir başka ilginçti. Annemin evinde, henüz yeni tanıştığımız akrabalar ve bir kaç dakika önce tanıştığım, uzak kuzenin sevgilisi William'la doğum günümü kutladım. Yeni dünya düzeni işte!

Futurizm, yeni yaş derken rüzgarın önünde yaprak olmamaya çalışmaya karar verdim. Hayatımın bir rotası olsun diye emek harcayacağım. Hayal kurmak, hayal kırıklığını göze almayı gerektirecek, biliyorum. Ama ben artık büyüdüm. Artık cesaret edebilirim. Edebilirim, di mi? Büyük hayaller değil benimkiler. Daha çok okuyup daha çok yazabildiğim, daha çok gezdiğim ve zamanın birazcık daha esnek oldugu bir hayat. Bu nasıl olabilir diye düşünmeli, hayal etmeli ve sonra gerçekleştirmek için uğraşmalıyım.

Peter bana hala üzerinde düşündüğüm şeyler söyledi. "56 yaşındayım ve hayatta önemli olan şeyin güzel hatıralara sahip olmak olduğunu anladım." Haklı! Bizi birbirimize ve sevdiklerimize bağlayan şey bu değil mi? Paylaşılmış değerli hatıralar. Benim bitmeyen endişelerim ve kararsızlıklarımı dinlerken hep yaptığı gibi beni susturdu ve "sadece şimdiki zamanda yaşıyorsun" dedi. " sadece şimdiki zamanda yaşa ve güzel anıların olsun."

O'na deneyeceğime söz verdim.

Bence bir şey eksik kaldı. Hayatta güzel zamanlar biriktirmiş olmak kadar değerli bir şey daha var. İyi dostluklar...

Eski ve yeni dostlarla, yeni bir yaş, yine bir sonbahar, sıkışan duygular..Yine aklıma sığmaya, aklıma sığınmaya calışıyorum.

Hem çevremde olup bitenin parçasıydım, hem de çevremden kopuktum. Oradaydım ben, olan bitenin tam ortasındaydım, aynı zamanda da orada yoktum. Paul Auster /Kehanet Gecesi

Önemli not: Fazla kiloları verdim sayılir. Artık işim kusüratlarla. Pilatese de başladım mi bitti bu iş!