13 Eylül 2010 Pazartesi

Devr-i daim

Bir varmış,bir yokmuş
Devridaim eden zaman
Gelip aşkta durmuş...


Ayşegül Çelik/Kağıttan Gemiler

12 Eylül 2010 Pazar

gerçek dünya

Bayram tatilinin son günündeyiz. Canlı olarak tekneden yazdığım yazıda da söylediğim gibi, tekne gezisi benim için muhteşem bir sürpriz oldu. Yer deniz gök yıldız!
Gitmediyseniz şiddetle tavsiye ediyorum! Bir tekneyle çıkın, bir kaç günlüğüne. Bana sorarsanız dünya'nın en güzel yeri olan Marmaris kıyılarını gezin. "Teknede yapamam" demeyin. Ben yıllarca yapamam sandım. Ne salakmışım. (Kim bilir böyle ne salaklıklarım var başka...) Bu güzelliği ıskalamayın! Denizin rengine her görüşte hayran olun, atlamaya yüzmeye doyamadan bir başka renge bakakalın! Akşam olurken her yer eflatun rengi olsun. Sevdiğiniz tüm CD'ler, bir de dostlarınız yanınızda olsun. Çantaya, bavula gerek yok. Mayo, tişört, havlu bir de eşofman altı yeter. Fazla bile gelir. Uçsuz bucaksız mavi, yeşille karışmış mavi, bir de gecenin laciverdi. Gün doğarken uyanıp, günü, geceyi, saati falan bilmediğin bir keyif. Bir de gelsin buz gibi biralar, gitsin çerezler şeklinde hizmet var ki, ne desem boş...

Son gece kızlar sarmaş dolaş, üzerimize çiğ yağan güvertede yıldızları seyredip bir ömre sığacak muhabbetin içinde uyuyakaldık. Sabaha karşı uyandım. Yer deniz, gök yıldız!

Yarın fani dünya düzlemine dönüş! Bugünden başladık dünyaya dönmeye. Maillar kontrol edildi, oy verildi, kişisel bakım detaylarına girildi, okul kitapları defterleri kaplanacak, vs.

Hangisi gerçek, önemli olan ne, öncelik nerede, kimde, ıskaladığımız kaç hayat var, denenmediği için kaçan kaç muhteşem zaman, sonunda ulaşacağımız ne?

Bir sonraki araya kadar yeniden gerçek dünyanın fani öncelikleri. Ya da fani dünyanın seçitiğimiz öncelikleri... Hangisi?


Denize açılır bu yürek şimdi
Yelken, kürek fark etmez
Bir sevda sarar başına geceler
Dost düşman olsa fark etmez
Değişir düzenin herşeye rağmen
Bir rüzgar eser de dağılır gidersin
Bir kuru yaprak gibisindir artık
Nereye eserse oraya gidersin?


Hatırladınız mı? Çok güzel bir Grup Gündğarken şarkısı. Zamanıdır!

Kısa saçlar : Alışmaya çalışıyorum.Çeşitli yöntemler, modeller deniyorum. Yolunu bulacağım. Fotoğraf isteyenlerden birazcık sabır rica ediyorum. Önemli not: Hala pişman değilim!
Kitaplar : Sil Baştan'ı beğendim. Yeni bir öykü kitabındayım.
Filmler : Bu ara uzağım. Özlüyorum.
Alışkanlıklar/korkular : Tuhaftır, cesaretle deniyorum!
Zaman : Sonbahar. Hayatımdaki herşeyin mevsimi. Doğumgünüm, evlilik tarihim, kızımın doğumu, başlangıçlar-bitişler...

10 Eylül 2010 Cuma

teknedeyiz

Denizin deniz, gökyüzünün yıldız olduğu bir yerdeyiz.
Anladım ki mutluluk buymuş! Yapabilir miyim, bilmiyordum teknede... ŞA HA NE oluyormuş. Tek bikiniyle tüm gün. Duş dediğin güvertede. Şampuan yok, jöle yok, terlik yok, giyinmek yok. Balık, rakı, fonda MFÖ. Gece yıldızlara bakarken uyuyakalıyorsun. Duyduğun dalga sesleri, sabah gün ışığı gözüne gelinceye kadar denizin üstündesin. Uyanınca sadece elbiseni çıkarıyorsun, yine denizin içindesin!

Şimdi denizle gök aynı grilikte, en sevgili dostlar etrafta, denizin deniz gökyüzünün yıldız olduğu yerdeyiz.

Bir sürü haller içinde halim
Seni sevmeye hüküm giydim

8 Eylül 2010 Çarşamba

kararımı verdim

Yaptım! Saçlarımı kestirdim. Hem de kısacık...
Ne hissettiğimi bilmiyorum. Çok genç gösterdi tepkisi alıyorum. Galiba bu çok iyi birşey değil. Ben çok severim uzun saçları ama vazgeçtim işte!
Henüz şokun etkisi mi bilmem, memnunum.

Göreceğiz.

İki işgünü ardından bayram tatili. Çoook iyi geldi. İşte güçte gözüm yok.

Yarın Marmaris'e yolculuk. Bugün annemde mantı partisi.

Saçlar kısa! Hay allahım...

Ne söyleyeceğini bilemedi. Son sekiz yılda bu anı pek çok defa düşünmüştü, bundan korkmuştu, bunu beklemişti, neredeyse bu anın hiç gelmeyeceğine inanmaya başlamıştı. İşte şimdi gelmişti ve kendini geçici olarak suskun buldu, dikkatle çalıştığı açılış kelimelerinin hepsi rüzgarda dağılan bulutlar gibi zihninden uçup gitti. Sil Baştan/Ken Grimwood

Çok şeker bir bayram diliyorum!

5 Eylül 2010 Pazar

Plansız başımıza gelenler

Haftasonu planladığı gibi olmadı. Gitmedik Çeşme'ye. Dün kızımla öğlen uyandık. Kocam balığa gitti. Bir sonbahar döngüsü başladı. Evdeydik. Televizyon, kitap, çay, kahve, kuaför...
Okul açılıyor. Cüce; "özledim okulumu" diyor ama ben nasıl geçti bu tatil birdenbire diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Okul kıyafetlerinden eksikler alındı. Aynı berbat kumaşa ve dikişe dünya para verildi. Cücoşun boyu uzayıp eni genişlemeden büyümesi işimize geldi, pak az şeyle kurtardık durumu.

Ev hali iyi geldi dedim ya. Epeydir ilk defa sabah kahvaltıya krep, akşama dokuzu düzgün yemek falan yaptım. Oldu hepsi valla. İnsan ne acaip şey. Kendine güvendiğin, endişe ettiğin şeyler değişiyor. Hayatta başarı dediğin bir kondisyon meselesi. Bugünkü gazetede yazıyordu, meşhur bir Türk aşçı varmış, çok güzel birşey söylemiş: "İnsan birşeyin üzerinde 11 saatten fazla çalışırsa, başarısız olması çok zor" demiş. Haklı.

İştahlı günlerimdeyim, derdim büyük! Geçer nasılsa diyorum ama bu ne zor şey yahu!

Büyük hayalkırılığı: U2 konseri ve ben gitmiyorum. Bono benim enn hayran olduğum erkek vokal! Sesine, incecik çığlıklarına, konuşur gibi vurgularına ilk duyduğumdan beri meftunum. Bir zamanlar İstanbul'a gelecek ve sen gitmeyeceksin deseler, inanmazdım. İnsan hep kendi kendini hayalkırıklığına uğratıyor. Sonra bu öfkeyle uğraşıyor. Belki bir gün tüm hayallerimi izlerim.

Değişik bir kitap: "Sil Baştan" Adam ölüyor ve gözünü üniversitedeki yurt odasında açıyor. Baştan başlıyor. Heeep düşündüğüm bir şeydir. Hadi baştan başla deseler ne yapardım...Bakalım ne olacak? Böyle heyecanla başlayıp zırvalayarak biten kitaplardan olmasa bari.

Aklımda saçlarımı kestirsem mi fikri, masamda yeni yeni kitaplar, okul açılıyor, hava serinledi, işte beni bekleyen dünya kadar iş, bir gün zaman geçmiyor, ertesi gün zamana yetişemiyorum, önümüzde bir bayram, uzun zamandan sonra alınmış bir sürü ayakkabının bayram sevinci!

Kısacık bir hafta başlıyor. Sonra bayram, açılacak okul, bir dünya iş.

Hayat, biz plan yaparken başımıza gelenler...

Şarkı: I've got you under my skin. Bono/Frank Sinatra düeti. Tabii bir de With or Without you. Her zaman!

3 Eylül 2010 Cuma

Birdenbire!

Yaz geçiyor… Aylardan Eylül, mevsimlerden yaz sonu. Henüz sonbahar demek için erken ama yakındır.

İlk defa bu yıl yaz bitsin istiyorum. Ben sonbahara hayranım ama yazı severim. Vardır ya öyle, sevdiğin başka beğendiğin başka… Her sevdiğini en çok beğenmez insan hatta bazen eni konu beğenmez ama yine de sever. Her beğendiğini de sevmez. Beğenmediğin bir sürü şeye rağmen sevdiğin, çok sevdiğin şeyler vardır. Böyle insanlar vardır hayatında ya da şehirler mesela…
Beğenip de sevmediklerin de olur. Bakar bakar, hiçbir kusur bulamazsın ama gönlünde bir yer tutmaz. Bunca beğenmeye rağmen… Hem beğenip hem sevdiklerin varsa, onlar başkadır! Böyleleri de vardır hani…

Sonbahar, benim çok beğenip de çok sevmediklerimden. Yaşattığı “son” duygusunu sevmem, hüzünlü halini sevmem, ardından gelen kışı sevmem. Ama renklere bayılırım, doğanın değişmesine, serin esen rüzgara, ince yağan yağmura, yavaş telaşsız ruhuna… Bayılırım!

Yaz ise sevdiklerimdendir. Bu yazı sevmedim. İnsan sevdiğini sevmez olabilirmiş, anladım. Geldi, geçiyor neyse ki…

“Sevgi, biraz da emek işi” derler. Öyle galiba. İnsan önce sevdiği şeye emek veriyor, emek verdikçe seviyor. Bir zaman sonra emeğini mi sevdiğini mi daha çok sevdiğini bilmeden bağlanıyor. Alışıyor. Alışkanlık ki bağların en güçlüsü! Sevgiden güçlü. Korkulardan güçlü. Alışkanlıklar ki korkuların kaynağı.
Aşk, hayran olmaya benziyor. Çok beğenmek, kimselere benzetememek… Bir de hep bir heyecanla, bir tekinsiz bilinmezlikle birlikte çok beğenmek. Alışkanlığın en uzağı!
Bildiğim, aşkın tüm alışkanlıklara karşı olduğu! Galiba o yüzden çok heyecanlı, galiba o yüzden çok korkutucu!

Bazen bir şeyler oluverir. Birden bire! Aşk gibi, aniden. Her şeyi sarsıp tehdit eden…

Doktor kontrolüne gider hiç beklemediğin bir şey öğrenirsin, ailenden birisi uzaklara taşınmaya karar verir, en sevdiğin elbiseni giymez olursun, oturduğun semte sinir olursun, evdeki bitkiler fazla gelir, en nefret ettiğin desenden bir çanta almaya niyet edersin, kısacık saç hoşuna gider olur. Öyle birden bire!
Her şeyi yöneten alışkanlıklar bir parça sarsılır.

Tuhaftır, insanoğlu kendini üzen, zarar veren şeylere de alışır. Ve alışkanlık öyle bir şeydir ki alıştığın seni incitse de vazgeçmekten korkarsın. Alışkanlıktan vazgeçmek suçluluk duygusu hissettirir. Bomboş hissettirir, çıplak hissettirir. O duyguyu taşımaya korkarsın.

Yıllar önce henüz üniversitedeydim. Lisans döneminde staj için bir hastanenin psikiyatri servisinde gencecik, cin gibi bir genç hastayı hiç unutmadım. Bilgisayar Mühendisliği okuyan, akıllı, yakışıklı pırıl pırıl bir genç adam. Şizofreniydi tanısı. Bizler için gerçek olmayan bir dünyaya inanmıştı. O dünyaya dalmış, okula gidememiş, yememiş-içmemiş, kimseyle görüşmemiş, bir süre hastanede yatmış, hayatı darmadağın olmuştu. Hastane, ilaçlar, vs sonrası artık gerçek olanla olmayanı ayırabiliyordu. Kontrole gelmişti. Önce ailesiyle görüşüldü. “Şükürler olsun”, artık normaldi. Okula gidiyor, dersler iyi, notlar iyi, normal bir sohbet, yavaş yavaş artan bir sosyal katılım… Ailesi çok mutluydu! Oğulları geri dönmüştü. Sonra hasta girdi içeri. Doktor nasıl hissettiğini sordu. Hiç unutamadığım bir cevap verdi. “İyiyim” dedi. “Ama tuhaf biçimde çok üzgünüm. İçim acıyor. Ben o dünyaya çok inanmıştım. Hiç vazgeçmeyeceğimi sanmıştım. Kurmak için uğraşmıştım. Gerçek olmadığını biliyorum ama bunu bilmek bana acı veriyor. Bununla baş etmekte zorlanıyorum.”

Hayatını altüst eden o hastalıklı hayalden bile vazgeçmenin acı verebileceğini o güne kadar hiç fark etmemiştim. Bu acıdan kurtulabilecek mi diye düşünmüştüm. Bugün bile, o çocuk nasıl oldu acaba diye düşünürüm.

Bir sabah uyanırsın ve yıllardır sevdiğin bir şeyi sevmez olmuşsun ya da içinde taşımaya alıştığın bir hüzün yok olmuş, çıkmış içinden. İnanamazsın. Yoklarsın içini, yok, gitmiş! Sevineyim mi, üzüleyim mi bilemezsin… “Olur mu böyle?” dersin.

Öyle birden bire!

"Belki de ırmağa bakakaldın. Yanında seni seven biri vardı. Sana dokundu dokunacak. Daha dokunmadan bunu duyumsadın, anladın dokunacağını. Sonra da dokunuverdi." Richard Brautigon/Karpuz Şekerinde

Kitap : Oh Yes! Kaan Sezyum (Mutlaka!)
42 Derin Düşünce (Neden olmasın?)
Nihayet : Deliksiz, derin uykulara kavuştum. Nasıl özlemişim!
Bu hafta : Her akşam bir yerdeydim. Yorulmuşum. Cuma, akşam olmadı bi' türlü.
Haftasonu : Çeşme!
Bayram : Dostlar ve tekneyle Marmaris kıyıları...