31 Temmuz 2010 Cumartesi

alışkanlık, değişiklik

Yazlık hayatı beni blogumdan kopardı. Bu sabah hava cehennem gibi sıcak. Ben sıcaktan muşmulaya dönmüş biçimde yataktan kalkıp, ilk iş, blogumun başına geçtim. İkinci iş diyebiliriz. İlk iş; çamaşır makinesi çalıştırmak. Dün gece evimde kaldım. Akşam bir şirket kuruluş yemeği vardı, gecenin vakti dönünce, bir de yazlığa gitmeyi gözüm esmedi. Kızımla evimizdeyiz.
Yazlıktaki mecburi hizmet süresi haftaya doluyor! Akşam giderken ve her sabah kalktığımda günleri saysam da, akşam vakti denize girdiğimde ya da gece sahilde otururken "iyi ki buradayım" dediğim oldu. Hele perşembe gecesi, tam gün batmışken denize girdim. Hava da deniz de muhteşemdi. Dolunaydı, yıldızlardı, deniz kokusuydu derken vakit geçti. Kızım hayatından memnun. Fasıl fasıl bisikletten düşmüş ve epeyce sivrisinek saldırısına maruz kalmış olsa da, keyifli vakit geçirdi. Ama O'nun için de vakit dolmuş. Dün gece evde olmaktan pek memnundu.

Yazlık dönemi tatsız başladı. Çok canım sıkkındı. Biraz toparladım. Can sıkkınlığı üzerine, git-gel, denizde yüz, yürü falan derken kilo vermişim. Tek teselli o oldu. Dün akşam epeyce dar bir elbise giydim, çekinerek... Pek güzel oldu valla. (Oldu da yırtmaç detayına hakim değilmişim, geceyi elbiseyi çekiştirerek geçirdim. Yoksa tepeme çıkacaktı.)

2010 yılını ileride nasıl hatırlayacağım diye düşündüm deniz kenarında otururken. Hangi sıfatlarla, hangi yüzlerle, isimlerle, kararlarla, olaylarla...

Uzun zamandan sonra hayatıma yeni insanlar girdi. Hatta bazı yeni dostlar. Öyle ki insanın kime gerçekten yakın olduğumu düşünmeme sebep oldu bu yeni ilişkilerim. Çünkü bu ara kendimce mahrem ve pek naif anlarımı aslında sadece bir kaç aydır tanıdıklarımla paylaştım.
Bir sürü iğne deliğinden geçtiğim bir yıl oluyor. Tam birinden geçtim diyorum, yeni bir tane daha... O yüzden hep bir sıkışmışlık duygusu... Bunun sonunda azıcık daha büyür müyüm?

Yazlık günlerimize kardeşim ve gelin de dahil oldu. Bu yıl ev küçük olmadığından rahattık. Tabii annem, kardeşim, karısı ve biz bir arada yaşayınca evde standartlar bir çadırdan hallice oldu. Bİr de tabii birbirinin alışkanlıklarına, isteklerine, düzenine (düzensizliğine) tahammül etme gerekliliği oluyor. Başlı başına ayrı bir terbiye olma dönemiydi.

Fark ettim ki kalabalık bir ev, zamanın kolay geçmesini sağlıyor. Canın sıkkınsa bile o harala gürele içinde yitip gidiyorsun. Can sıkıntın da, sen de araya kaynıyorsun. Bir de sen zaten kendine odaklı olduğundan, evdeki panayır halini dert edecek enerji bulamıyorsun. Velhasıl bizimle olmaları bana çok iyi geldi. Bol geyik, bol gazete, akşamları okey derken zaman geçti.

Anne, kardeş, eş, çocuk bir evde yaşayınca doğduğundan beri tanıdığın insanlarla kendinin, kocanının ve hatta dünyaya getirdiğin insanın bir sürü fark etmediğin tarafını görüyorsun. Ya da aslında bildiğin ama unuttuğun şeyler gün yüzüne çıkıyor. Acayip deneyim. Annene öfke duyup, kardeşine hayran oluyorsun, kızına şaşırıyor, kocana bakıp sana ne kadar yabancı olduğunu aklından geçiriyorsun. Kendine bakıp aslında hayatın olan ilişkileri ne kadar azını seçtiğini fark ediyorsun.
Pekiiii, hepsini seçebilseydim, farklı mı seçerdim? Neyi seçmezdim?

Nefs ile şeytan ikisi bir bedendir; fakat kendilerini iki gösterdiler.
Nitekim melekle akıl da birdir, hikmetleri yüzünden iki şekle büründüler.
(Mesnevi, III, 4054-4055)


Kitap ve film yazlıkla çok yavaşladı. Burnumda tütüyorlar. Haftaya nihayet alışkanlıklarıma kavuşuyorum. Hayatımızı, bizi tanımlayan, koruyup kollayan ve de bir adım ilerlememize engel olan alışkanlıklarımız. Bütün korkularımız da sebebi olan alışkanlıklarımız...

4 Temmuz 2010 Pazar

Alacakaranlık serisinin üçüncü filmini seyrettim. Bence serinin en iyi filmi hala birincisi. Ama bu film her genç kızın gizli hayallerini nasıııl güzel anlatmış! Kızımız iki aşk arasında kalıyor. Bariz bir tercihi varmış gibi görünse de aslında aklı da gönlü de parçalı. Bir yanda vampirler kralı romantik Edward, bir yanda genç kurtadamımız Jake. İkisi de yakışıklı, tutkulu, aşık. Jake canlı, Edward vampir. Bir de nasıl olduğunu bilmiyoruz ama Edward, pek zengin. Jake mütavazi bir kızılderili çocuğu. Oydu buydu derken, kızımız film boyunca "Allahım, ne olur ben Bella olsam" dedirten maceralar yaşıyor. Ben bu filme kadar katıksız bir Edward'cıydım, bu film de "Jake de olur" dedim. Edward fazla romantik geldi bana. Romantizm dozu bende kritiktir. Bir yerden sonrası birden toksik gelir, zehirler beni. Jake'deki kararlılık ve tutku da hoşuma gitti. Bizim faniler dünyası renksizmiş, onu anladım. Vampirlere, kurtadamlara karışmak varmış. Hanımlar seyredin.

Haftanın detaylarına girmeyeceğim.

Klişeler üzerinde yazacaktım. "Erkeklerin hayattan beklediği iki şey evde yemek bulmak (iyi olması şart değil) ve düzenli sekstir (iyi olması şart değil)" ya da "Kadınlar zengin erkeklerden hoşlanır" ya da "Edepsizlik etmezsen hak ettiğin saygıyı göremezsin" falan gibi klişeler. Yıllarca benzeri klişelerin aslında pek geçerliliği olmadığını sandım ben. Hele benim hayatımdaki insanlar o klişelere çok uzaktı. Özetle söyleyeyim; pek öyle değilmiş.

Hayalkırıklığı değil de yaşadığım bir çeşit aydınlanma! Gözümdeki perdeler kalk kalk bitmiyor. Aydınlanma falan istemiyordum aslında. Eşe, dosta, etrafa başka gözle bakmaya başladım. E tabii kendime de! Bir ne salak olduğuma sinirleniyorum, bir ne hayalperest olduğuma, bir ne uyumsuz, kopuk olduğuma...

Haftanın güzel haberleri vardı, hafta sonuna doğru tatsız haberleri... Yazlığa taşınma haftaya kaldı. Kızım bu hafta 2 gün bir arkadaşına kalmaya gidecek. Benim bu hafta planlı bir seyahatim yok. Kafamı karıştıran konular hala karıştırmaya devam ediyor.

Filmimizde Bella sonunda Edward'ı tercih etti. Dedi ki; bu Jacob'la Edward arasında bir seçim değilmiş. Bu, ne olduğuyla ve ne olmak istediğiyle ilgili bir seçimmiş. "Ben kendimi hep bir parça tuhaf hissettim, bir parça uyumsuz" dedi. O yüzden vampirliği seçmiş. Olmuşken tam anormal olayım diye. Onların arasında kendini bulmuş. "Valla" dedim "acaba ben de mi vampir olsam?"

"Tuhaf bir kayıtsızlık içinde izledi olanı biteni. Ama gerçekten de umursamıyor muydu, yoksa öyle mi görünmek istiyordu. Hiç belli etmedi bunu." İstanbul Hatırası-Ahmet Ümit