Yazlık hayatı beni blogumdan kopardı. Bu sabah hava cehennem gibi sıcak. Ben sıcaktan muşmulaya dönmüş biçimde yataktan kalkıp, ilk iş, blogumun başına geçtim. İkinci iş diyebiliriz. İlk iş; çamaşır makinesi çalıştırmak. Dün gece evimde kaldım. Akşam bir şirket kuruluş yemeği vardı, gecenin vakti dönünce, bir de yazlığa gitmeyi gözüm esmedi. Kızımla evimizdeyiz.
Yazlıktaki mecburi hizmet süresi haftaya doluyor! Akşam giderken ve her sabah kalktığımda günleri saysam da, akşam vakti denize girdiğimde ya da gece sahilde otururken "iyi ki buradayım" dediğim oldu. Hele perşembe gecesi, tam gün batmışken denize girdim. Hava da deniz de muhteşemdi. Dolunaydı, yıldızlardı, deniz kokusuydu derken vakit geçti. Kızım hayatından memnun. Fasıl fasıl bisikletten düşmüş ve epeyce sivrisinek saldırısına maruz kalmış olsa da, keyifli vakit geçirdi. Ama O'nun için de vakit dolmuş. Dün gece evde olmaktan pek memnundu.
Yazlık dönemi tatsız başladı. Çok canım sıkkındı. Biraz toparladım. Can sıkkınlığı üzerine, git-gel, denizde yüz, yürü falan derken kilo vermişim. Tek teselli o oldu. Dün akşam epeyce dar bir elbise giydim, çekinerek... Pek güzel oldu valla. (Oldu da yırtmaç detayına hakim değilmişim, geceyi elbiseyi çekiştirerek geçirdim. Yoksa tepeme çıkacaktı.)
2010 yılını ileride nasıl hatırlayacağım diye düşündüm deniz kenarında otururken. Hangi sıfatlarla, hangi yüzlerle, isimlerle, kararlarla, olaylarla...
Uzun zamandan sonra hayatıma yeni insanlar girdi. Hatta bazı yeni dostlar. Öyle ki insanın kime gerçekten yakın olduğumu düşünmeme sebep oldu bu yeni ilişkilerim. Çünkü bu ara kendimce mahrem ve pek naif anlarımı aslında sadece bir kaç aydır tanıdıklarımla paylaştım.
Bir sürü iğne deliğinden geçtiğim bir yıl oluyor. Tam birinden geçtim diyorum, yeni bir tane daha... O yüzden hep bir sıkışmışlık duygusu... Bunun sonunda azıcık daha büyür müyüm?
Yazlık günlerimize kardeşim ve gelin de dahil oldu. Bu yıl ev küçük olmadığından rahattık. Tabii annem, kardeşim, karısı ve biz bir arada yaşayınca evde standartlar bir çadırdan hallice oldu. Bİr de tabii birbirinin alışkanlıklarına, isteklerine, düzenine (düzensizliğine) tahammül etme gerekliliği oluyor. Başlı başına ayrı bir terbiye olma dönemiydi.
Fark ettim ki kalabalık bir ev, zamanın kolay geçmesini sağlıyor. Canın sıkkınsa bile o harala gürele içinde yitip gidiyorsun. Can sıkıntın da, sen de araya kaynıyorsun. Bir de sen zaten kendine odaklı olduğundan, evdeki panayır halini dert edecek enerji bulamıyorsun. Velhasıl bizimle olmaları bana çok iyi geldi. Bol geyik, bol gazete, akşamları okey derken zaman geçti.
Anne, kardeş, eş, çocuk bir evde yaşayınca doğduğundan beri tanıdığın insanlarla kendinin, kocanının ve hatta dünyaya getirdiğin insanın bir sürü fark etmediğin tarafını görüyorsun. Ya da aslında bildiğin ama unuttuğun şeyler gün yüzüne çıkıyor. Acayip deneyim. Annene öfke duyup, kardeşine hayran oluyorsun, kızına şaşırıyor, kocana bakıp sana ne kadar yabancı olduğunu aklından geçiriyorsun. Kendine bakıp aslında hayatın olan ilişkileri ne kadar azını seçtiğini fark ediyorsun.
Pekiiii, hepsini seçebilseydim, farklı mı seçerdim? Neyi seçmezdim?
Nefs ile şeytan ikisi bir bedendir; fakat kendilerini iki gösterdiler.
Nitekim melekle akıl da birdir, hikmetleri yüzünden iki şekle büründüler.
(Mesnevi, III, 4054-4055)
Kitap ve film yazlıkla çok yavaşladı. Burnumda tütüyorlar. Haftaya nihayet alışkanlıklarıma kavuşuyorum. Hayatımızı, bizi tanımlayan, koruyup kollayan ve de bir adım ilerlememize engel olan alışkanlıklarımız. Bütün korkularımız da sebebi olan alışkanlıklarımız...
31 Temmuz 2010 Cumartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder