25 Mart 2012 Pazar

Ordan burdan

Okuma zahmetinde bulunan sevgili bloggerlar,
Lütfen okumayı bırakmayın! Ben de yazmaya devam edeyim.

Size anlatacağım çok şey birikti. Nereden başlasam, bilemedim... Bugün annemin doğumgünü! Oradan başlayalım. Az önce annemden geldik. Yemeğe gitmiştik. Karnıyarık vardı. Bir de enginar ve bakla. Nefisti. Ben bunları pişirmeyi ömrümde denemedim. Amaaaa bloggerlarım hafta içi tiramisu yaptım vallahi şa ha ne oldu. Şu yemek yapma işine acık daha yatırım yapasım var. Var da, ne zaman onu şeyedemedim.

Pazar yazmaya başlamıştım,bitiremedim. Hayatın fena halde gerisindeyim. "Neyle meşgulsün bu kadar" derseniz diye korkuyorum. "Hiiiç..."
Birşey oldu ama ne oldu annamadım. Oldu bi'şey ve ben geride kaldım. Daha da yetişemiyorum. Bıraksam mı ki peşini...

Özet yapayım, belki arkası yarın olur. (Çıkmayan candan ümit kesilmez.)
Geçen hafta Antalya'ya gittim. Bayii toplantısındaydık. Her şey pek güzeldi.
Bu hafta buralardaydık. Kızlarımın hayatı pek heyecanlıydı.
Murathan Mungan'ın yeni kitabı yayınlandı, kaçırmayın!
Nasuh Mahruki'nin "Kendi Everest'inize Tırmanın" kitabını tavsiye ediyorum. "Atlayın, zıplayın sonunda arşa varın. Ben yaptım, siz de yapabilirsiniz" saçmalıklarından uzak, çoook samimi buldum. Aynı isimle yaptığı konuşmasını da dinledim. Çok sevdim.
Veee y kuşağını tanımak maksadıyla katıldığım eğitimde kendi kuşağımla yüzleştim! Çok acı oldu.
Ben kayıp kuşak olan sefil x kuşağının bir mensubuyum. Hatta bayrak taşıyanıyım, gördüm.
Tek tesellim elimden gelen bir şey olmamsı. Kuşağım böyle. Yalnız galiba anneme haksızlık etmişim. Meğer bizim kuşak tümden ezikmiş. Annemin pek bir suçu yok sanki... Evrim Kuran'ın bu içerikte eğitimine, yazısına falan denk gelirseniz, kaçırmayın.

Bu hafta yine kaçıyor, ben peşindeyim. Kısmetse ucundan tutunucam, uğraşıyorum.

Kocam haftaya yeni işyerine geçiyor. Artık yazabilirim, kendisi iş değiştiriyor. Heyecanlı, hüzünlü, istekli, meraklı,... Hayattaki tek gerçek gerilim zamanı. Değişim! Öyle çok duyguyu insan aynı anda yaşıyor ki! O'nun yeni macerasını heyecanla bekliyorum. Herşey çok güzel olacak, biliyorum. Malum, ömür tek bir hayat için çoook uzun.

Cuma akşamı sınıf anneleriyle fasıla gidiyoruz.

Koçluk yapmaya başladım. İyice eminim artık; benim aradığım bu! Allah'a şükrediyorum, yolumu bulmama hep yardım ettiği için.

Daha bir sürü ıvır zıvır var da bloggerlar, belki sonra...

Bende Kalanlar

Hep öyledir.
Sende kalandır aşk.
Gerisi hafızanın seçtikleri, reddettikler.

Aşk izi yazı.
Yazdığın aşk izi.

Murathan Mungan

11 Mart 2012 Pazar

Sabaha Karşı 3 Kulübü

Üşengeç de olsam blogumu yazarım.Ne de olsa görev insanıyım.
Ayyyy, ben bir de teknoloji severim. Akıllı telefonlara, ipad'e falan bayılıyorum. Mucize gibi. Youtube olmayan bir hayat istemiyorum mesela. Bugün Pink Floyd dan ennn özlediğim şarkıları dinledim. Koçluk eğitimi arkadaşlarımdan öğrendiğim enfes dizi "Lie to me" seyrettim azıcık. Bu teknoloji devrine bayılıyorummmm. Dergilerin kokusuna meftun olduğumdan hala dergi alıyorum. Kitaplar ve kitapçıların gönlümde yeri ayrı. Ama ipad'imle de neredeyse o kadar mutluyum. O kadar diyiim yani.

Cuma İstanbul'da bir kongrede konuşmacıydım. Heyecanlandım epeyce ama galiba iyi gitti. Yine denizde yunusları gördüm, inanamayarak! Sonra anladım, küçük bir sürü... Bir kere daha serendipity!
C.tesi günü sınıf anneleriyle plansız- programsız buluşuverdik. Billur gelmişti. Yine de sabah uzun yürüyüşümü yaptım. Akşam marinada keyifle yemek yedik, şarap içtik. Yani, evden sabah çıkıp akşam girdik. Bu sabah hava yağmurluydu. Yine de hem ruh hem de beden sağlığımın anahtarı yürüyüşümü yaptım.
Şu ara Karatay diyeti gündemimde. Ben ki, sağlıklı yaşam işlerine epppeyce mesafeli bir kadınımdır ama bu pek bir akla mantığa uygun geldi. Özellikle şu yürüyüş işinin baş tacı edilmesiyle beni yüreğimden vurdu. Gerçi ekmek, tatlı, pasta, börek yememek bana uymaz ama felesefe genel itibariyle tamamdır. Kate Moss vizyonumuz kapsamında zaten pasta börekle lokma hesabı ilişkimiz var. (Bugün yine kendimi kaybedip bir dilim fıstıklı baklavayı yediysem de merdivenleri falan hep indim çıktım. O bakımdan, belki sayılmaz diye pek üstünde durmuyorum.)

Bugün şahane bir haber aldım sevgili blogger'lar. Bir arkadaşım Steve Rother'in Ruhsal Psikoloji adlı kitabını okuyormuş. Bu kitapta "sabaha karşı üç kulübünden" bahsediyormuş. Saat üçte uyanma durumunu birçok kişi yaşıyormuş. Bu durum kişisel tekamülünün başladığını gösteren sevinilecek bir şeymiş. Saat üçte uyanıp geçirilen iki saat tazelenme sağlıyıp ruha ilham veriyormuş.
İçtenlikle sevindim. Tekamülüm başlamııışşş! Darısı gece yatıp sabaha kadar fosur fosur uyuyanların başına!

"Yanan bir evdeyseniz, yoldan geçen birine "çıkışı nasıl bulurum?" diye sormaz, koşmaya başlarsınız. "Nasıl?" diye başlayan sorular meseleyi çözmeye niyetiniz olmadığını çünkü hayatın sonsuza dek süreceğine inandığınızı gösterir. O zaman hayatınız "nasıl ıskaladım?" sorusuyla biter."

Haftaya Antalya'dayım. Bayii toplantısı var.
23 Nisan'da bir yere gitsek planları...
Yağmur mağmur devam ama bahar geliyor! Ağaçlar çiçek çiçek!

7 Mart 2012 Çarşamba

Eski bir yolculuk

Yazarımızın bu ara hiç birşey yapası olmadığından, depo yazılarından birini kullanacaktır. Anlayışınız için teşekkür ederiz.


Berbat ötesi başladı yolculuğum. Halbuki İstanbul'a kadar harikaydı herşey. Uçağa bindikten iki saat sonra kalktı uçak. Tam iki saat uçakta bekledik. Tek neden İstanbul havaalanındaki trafikti!!! Daha beteri arkamda oturan yolcular. İnsan nasıl bir anda kendine hayret ettiği bir kimliğe bürünüveriyor. Hintli olduğunu sandığım çok sayıda yolcu var ve hepsi orta ve uzak doğulularla ilgili önyargıları haklı çıkarmaya yemin etmiş.
Arkamda üç yalnız adam, saatlerce gürültü yaptı. Sonra ayakkabılarını çıkardılar. O da yetmedi bir tanesi benim koltuğumun koluna uzatmış ayağını!!! Beklemekten fenalık geçirmeyle uyuma arasındayken, kesif bir koku duydum. İhtimal vermezdim ki adamın ayağını gördüm benim koltuğun kolunda!!!  Vallaha billaha! Ters ters baktım, hiiiç oralı olan yok. Sonunda çekti ayağını. Ne hissedeceğimi bilmiyorum. Sinir olduğum bir beyaz Türk gibi koltuğumu business a upgrade etseydim diye geçti aklımdan. Sonra bu düşüncem çok züppece geldi, kendimden utandım. "Bir adamın çoraplarını burnuma dayamasından rahatsız olmaktan niye utanıyorum ki" diye kendime sinirlendim.
Ben insansever biri değilim miyim acaba? Ben ortalama bir medeniyet severim. Anladım. Ayak ayakkabıda olacak, çorap kokmayacak, mümkünse kimsenin burnuna ayak uzatılmayacak. Saçlar parlayacak, parfüm şart değil ama illede temiz temiz temiz kokulacak. Mümkünse... Uçakta İtalya'ya gidiyoruz yahu, konu imkansızlıklar olamaz. Züppelikse, pes ediyorum, kabul ediyorum, sonuna kadar züppeyim. Nike ayakkabılar, puma tişörtler falan giyilmiş ama gerek yok. Ayaklar yan koltuğun koluna uzatılmayacaktı. Olmadı.

Benim yerim koridordu, rica ettiler diye cam kenarına geçtim. Tam kanat hizasındayım. Hava çok açık. Bulutları izleyerek gidiyorum. Bulutlar aşağıda. Çok güzel görünüyor. Beklerken önce hayaller kurdum. Sonra galiba azıcık uyudum. Sonra eskileri hatırladım.  Aklım, kalbim karışık yine. Hayaller de karıştı.
Amannnnııın, sallanmaya başladık! "Kemerlerinizi bağlayın" anonsu oldu.

Bu ara emin olduğum tek şey gönlümden ne dilersem gerçek olduğu! O yüzden dikkatle gönlümü düzenliyorum.

Yemek yedik. Güzeldi. Izgara köfte, ızgara sebzeler, mozerella... Diğer alternatif tavuktu. Uçaktaki Hint nüfusu nedeniyle herhalde, tavuk yetişmedi. Ben memnuniyetle köfteyi alınca sevindi hostes. Tavuk, hem de uçakta hiiiç istemezdim. Koltukta hayat epeyce normale döndü. Arkamdakiler sakinleşti. Ayaklar sanırım yere indi. Ayakkabıya girmiş bile olabilir. Kokuda azalma var.

Hava hala pırıl pırıl! Havanın böyle pırıl pırıl olması bana iyi geliyor. Ben ışık seviyorum.

Herşey yolunda gitse, keyifli keyifli dolaşsam akşam otelin çevresinde. Otel şehir merkezinde olsa, bir kafede otursam. Çok sevdiğim gibi kimsenin beni tanımadığı bu yerde bir gecelik  turist olsam... Hava nasıl acaba?

Geçen gün İstanabul'dan döndükten sonra yazacaktım, olmadı. Uçakta domates suyu içilmesi hususu... Bugün yine dikkat ettim. Kesinlikle var böyle bir gelenek. Sandviç yanında domates suyu. Ama sadece uçakta çünkü henüz uçak dışında hiç bir yerde içecek olarak kendisine domates suyu sipariş eden görmedim. Ama uçakta domates suyu yetişmiyor servis sırasında.

Yaşşşassıın, iniyoruz. Kaptanımız bizi 20 dakika içinde indirecekmiş. Öyle dedi. Hadi bakalım. Hava 8 dereceymiş. O da fena diil...
Bulutlar değil dağlar görünüyor artık. Ne kadar çok ve ne kadar yüksekler... Tepelerinde kar var. Galiba aşağıda hava bulutlu.

Uzuuun bir yürüyüş yaptım. Burası çok güzel bir şehir. Hava çok soğuk değil. Binalar, sokaklar enfes. Ama sokaklar çok tenha, sessiz, bomboş. Kendime bir sokak arası pizzacı buldum. Risotto sipariş ettim. Ve bir kadeh dolcetto şarap. Heyecanla bekliyorum.
Otelim pek eski, pek mütevazi. Banyoda şampuan bile yok. Buna rağmen dört yıldızlı olmasına inanamıyorum. Bu arada, inşallah dönüş yolunu bulurum. Dümdüz yürüdüğümü sanıyorum ama göreceğiz. Şarabım geldi. Nefis!

Pizzacıda benimle birlikte üç masa var. Birinde çok genç bir çift televizyon karşısında pizza yiyor. Diğer masada orta yaşlarında bir adam ve sanırım kızı yiyorlar. Garson ve herhalde aynı zamanda patron yaşlı bir amca. Beyaz önlüğü, yakın gözlükleri var. Ama herşeye hakim. Bir de tombik bir teyze var, televizyon karşısında bağıra çağıra telefonla konuşuyor. Şiir gibi ama gayet tempolu ve yüksek sesle konuşmalarına bayılıyorum! Akşam bir şey yemesem mi diye düşünmüştüm ama şimdi sabırsızlıkla bekliyorum.

Evvvveetttt! Mantarlı risottom geldi. Hemmen gömülüyorum.
Işık hızıyla yedim. Beğendim. Bu arada yanılmamışım, amca hem patron hem garson. Etrafta fotoğrafları, diplomaları falan var. Bir baba-oğul pizza alıp gittiler. Giderken bana "bon apetito"dediler. Ben de "grazia" dedim. Şimdi amca gelip Fransız mıyım diye sordu. "Turkish" dedim. Kaynaştım gitti buranın halkına!
Tatlı da yesem mi? Mesela tiramisu? Yoksa abartmasam mı? Efendice gidip yatsam mı? Bir düzeltme; ikinci masa kesinlikle baba-kız değil. Kadın arkadan ufak tefek ama sesini duyunca koskaca bir kadın olduğunu anladım.

Karar verdim tiramisu söyleyeceğim. Ölümlü dünya!

Hahaaaaaha! İtalyanca verdim siparişimi!

Tiramisu bir dondurma kabında geldi. Onu da beğendim. Pek bi ekabir oldu bu akşam. Sefam oldu tam anlamıyla! Bir de oteli bulsam hayırlısıyla... Hesabı ödeyip dönme vakti.

Oteli buldum. Odada şampuan da buldum da bu sefer battaniye yok. Ya da olmasa daha iyi.  Yatağı açıyorsun, yatak örtüsü altında bir ince çarşaf! Yaaaa... Battaniyeler dolapta. İstersen, al kullan. O arada kiminle sarıldığını tahmin et, edebilirsen. Evimde bile nefret ederim nevresimsiz battaniyeden!!! Tam "şampuanı buldum, otelime haksızlık etmişim" diyecektim, bu çıktı. Bin şükür ki ben polarlarımla geldiydim. O sefil battaniyeye ihtiyacım olmaz herhalde. Bu nedir yaaa!
(Ben bir de bu bideyi kabullenemiyorum. Sevimsiz bi'şey.)

Uykum geldi. Bu tiramisular falan nasıl eriycek yahu?!

Milano'da havaalanındayım. Gece parçalı da olsa uyudum. Battaniyeye temas olmadı. Ayrıca üşümedim. Gecenin üçü sendromu geri dönüyor galiba. Bir kaç gecedir yine uyanıyorum ki saat üç civarındayız.
Sabah odadan çabuk çıktım. Kahvaltıdan sonra 15 dakikam vardı, şehrin dün gece gitmediğim tarafına yürüdüm. Sabah saat 8 olmasına rağmen hava tam aydınlanmamıştı. Soğuktu ama çok değil. Sabah sabah milletin küçücük kafelerde toplanması çok hoş. Gazete okuyup bir şeyler atıştırıyorlar. Sokakta elde sigaralar... Akşam bomboş olan sokaklar canlı. Otobüs durakları, yollar... Daha çok çocuklar okula gidiyor. Kafeler dışındaki dükkanlar kapalı.
Tüm hanımlar tayt giyiyor. Lise çağındakiler, benim yaşımdakiler, fark etmiyor...  Kimi çizmelerle, kimi babetlerle. Babet giyenlerde çorap yok! Kafada bere, üstte palto falan, ayaklar çıplak! Ben de taytımla gayet İtalyan bir tarz içindeyim, güzel tesadüf!
Milano'da hava açık! Havaalanında şimdilik herşey yolunda gitti. Az sonra bineceğiz. Kendimi tutamayarak bir çanta aldım. Pişman değilim. Bilakis, çok mutluyum.

Biniyorummm!

Uçaktayım. Yemek servisi devam ediyor. Herşey yolunda. El bagajıma yer bulamamıştım. En arkaya koydum ben de. Cam kenarındayım. Kanadın tam arkası. Orta koltuk da boş. Rahatım. Salgın hastalık felaketi konulu bir film var. Seyredeyim dedim ama ruhum sıkıldı. Uçağa binerken gazeteler vardı. Çok iyi oldu. Bu saate kadar (saat 13:25) gazete okudum. Bir buçuk saat daha yolum var. Can Dündar Behzat Ç dizisi hakkında yazmış. Yazdıklarından etkilendim. Şafak da bahsediyordu bu diziden. Ben hiç seyretmedim. Merak ettim. Unutmazsam, bu hafta bir bakmak istiyorum. Hava pırıl pırıl yine. Ama uçak sallanıyor. Şimdi biraz dergi, kitap bakacağım. Kızımı özledim. Çay, kahve servisini bekliyorum. Hedefim limonlu çay. Nereden çıktı limonlu çay, ben çayı limonlu içmem ki... A Hiç fikrim yok.

Eyooooo, çay zamanı! Limonlu çayım tam hayal ettiğim gibi geldi. Bir kez daha mutluyum!

Dutyfree alısverişi sonrası elimdekiler iyice ağırlaştıysa da bir gayret, iç hatlar tarafına geldim. Doğruca kapının karşısındaki koltuğa çöktüm. Fazlaca sıcak geldi bana havaalanı. Şimdi bir kere daha uçaktayım. Artık eve gitmek ve duş yapmak istiyorum. Yoruldum. Aslında daha doğru kelime sıkıldım. Gri bulutların arasına girdik. Bir süre anons duymak istemiyorum. Sonunda İzmir'e indik. Burada eni konu yağmur var. Kaptan anons yaptı şimdi. Yanaşacağımız kapıda başka bir uçak varmış. Kule yanaşmamıza izin vermiyormuş. Buyur bakalım! Bir ineyim ve artık anons duymayayım! Nefret ettim anonslardan. Kayıtlı olanlar yine iyi, canlı olanlar hepten eziyet. Ses berbat, telaffuz berbat, Türkçe olanı zor anlıyorum, İngilizce kısmına hiç girmiyorum. Bunda bir standart sağlamak zor mudur ki acaba? Bu kadar kötü yapılıyor bu iş.
Hareket ettik yeniden. Yanaşıyoruz. Bu sefer saatler sürmedi. İnmek ve temiz hava almak istiyorum! boğuldum.

İniyorummmmm! Sonunda!

Bundan 20 yıl sonra, yaptıkların değil, yapamadıkların için üzüleceksin. Dolayısıyla halatları çöz. Güvenli limandan uzaklara yelken aç. Rüzgarı yakala, araştır, düşle, keşfet. Aldous Huxley

6 Mart 2012 Salı

AçıklaMa

Yazı, açıklanamaz. Müzik, açıklanamaz. Oyun, açıklanamaz. Dans, açıklanamaz. "Yapmak" açıklanır; "olmak" açıklanamaz. Her şeyin açıklanabilmesi "yapılmasındandır", "olmamasındandır". "Olanları" açıklamaya yönelik kifayetsiz çabalar, insanlığın geri kalanının kendisini aptal hissetmemesi için bir destek, bayağı bir işbirliği faaliyetidir. "Yapanlar" kusursuzluk için çabalar. Kusursuzluk ortalamanın eğlencesidir. İnsanlığın ne mucizevi bir şey olduğu yalanına inanmak için gayretkeş bir çaba. Seni ilgilendirmez. Sen mümkünse o kusursuzu "yapıp" sonra da bu ağdalı ahengi, daha büyük bir manevrayla bozmalısın... İşte mucizevi olan budur.
Ece Temelkuran/İç Kitabı



Baharda niyet ettiğim dövmelerin biri "serendipity", diğeri Küçük Prens olabilir diye düşünmüştüm. Son günlerde minik bir yavru kedi olsun istiyorum. Kusursuz ol(a)mayan kendime göstermeye söz verdiğim şefkati hep hatırlamak için. Ece Temelkuran'ı ne çok seviyorum.
Bir de benden şefkatini hiç esirgememiş iki can arkadaşımı... Biri dünyanın neresinde olursa olsun bana hep en yakın, diğeri bana hiç benzemeyen öbür yarım. Onlar benim kahramanım.
Anladınız, di mi?

4 Mart 2012 Pazar

Sade kahve

Kızlar evde dans gösterisi yapıyor. Bu yeni takıntı. Yeni dediysem, bir yılı buldu. Kızlar bir araya geldi mi, youtube dan bir şarkı seçiliyor, başlıyorlar dansa... Saçlar başlar savruluyor, montlar yere atılıyor, bir afra bir tafra... Seyretmek zorunlu, seyretmek yetmiyor, gözünü kırpmayacaksın. Gülmek yok, konuşmak yok. Mahkeme salonunda gibi seyrediliyor. İtiraf ediyorum, bazen çok komik oluyor. Anneler dizilip seyrediyor ve gülmekten ölüyoruz. Perşembe akşamı üçlüydüler. Araya çiftetelli falan da girdi. Şu anda ikisi karşımda son derece karışık bir koreografi çalışıyorlar, Katty Perry söylüyor. Kaçıncı tekrar oldu sayamadım. Bir de ciddi çalışıyorlar ki, takdir etmeden edemiyor insan. Bir emek, bir özen...
Nihayet güneş göründü bu hafta sonu! Dün tüm günü sokakalarda geçirdik. Zeynep kurstayken deniz kenarında yürüyüş nefisti. Sonra ana kız ayakkabı tutkumuza yenilip kendimize ayakkabılar aldık. Sevine sevine... Sonra Hisarönü'ne gittik. Kemeraltı, Hisarönü falan kızımın kalemi yerler değildir katiyyen. Bizimki cafe insanı. Ama keçelerle bir sürü şey yapmayı seviyor diye keçe almaya gittik. Eve döndüğümüzde akşam olmuştu. Bugünü de pek keyifli geçirdik. Evde epeyce tembellik ettik sabah. Sonrası daha da güzel bir gün oldu.
Geçen hafta Zeynep'le ilgili bir şey daha öğrendim. Okul başaldığından beri servisinden dertli. Sürekli de dile getiriyor. Ama biz pek de üzerinde durmadık. O söylemeketen vazgeçmedi. Sonunda geçen gün ipod'la geldi. Servisin içinin fotoğraflarını çekmiş. Haklıymış çocuğum. Servis leş gibi, ayrıca koltuklar rezil durumda. Şoförün sesini kaydetmiş. Adam yoldaki her arabayla epeyce kaba şekilde kavgalı. Fotoğrafları görüp, kaydı dinleyince okulu aradık hemen. Meğer benim kızım hem çok kararlı hem de çok yaratıcıymış. Kendimden utandım. Hem kızımı aylardır dikkate almadım diye, hem de bu kararlilığı daha önce bu netlikte göremediğim için. Ama hemen onu takdir ettim. Öğrendiğim gibi, özüne dokunmaya çalışarak...
Geçtiğimiz hafta kendim olma yolundaki taahütlerimi büyük ölçüde yerine getirdim. Masama yavru kedi oyuncağımı koydum. Kendimi takdir ettim. Etrafımdaki takdir fırsatlarının gördüysem, kaçırmadım. Henüz hayaller günlüğüme başlamadım ama başlayacağım. Koçluk görüşmelerimi de takvime girdim!
Özetle haftayı yine koştur, koştur geçirdim. Arada bir beni zorlayacağından endişe ettiğim konuşmayı da sanırım başarıyla atlattım.

Birden mart ayının ortası geliyor Arada bir de şu "işlerime yetişemiyorum" paniğini azaltabilsem...

Yürüyüşler, taahütlerim içinde en sevdiğim. De, ben hayatımı nasıl sadeleştiricem acabağ? Ha bire bi'şey ekliyorum. Şimdilik sade olan sadece(!) içtiğim kahve.

Gülmüş ve gülmüştük,  beraber ve ayrı ayrı, yüksek sesle ve sessiz, görmezden gelinmesi gereken ne varsa görmezden gelmeye.
Dünyamızdan kurtarılacak hiçbir şey yoksa hiçbirşeyden yeni bir dünya kurmaya kararlıydık. Hayatımın en güzel günlerinden biri,
Hayatımı yaşadığım ve hayatım hakkında hiç düşünmediğim bir gündü. Paul Auster/Kış Günlüğü

1 Mart 2012 Perşembe

Oldu olacak

Seniiiii çooookk seviyorum canım annecim!!!!!

Blog sayfamı açınca yukarıdaki cümleyle karşılaştım. Dünyanın en güzel şeyi benim kızımın annesi olmak!
- Ben de seni coook seviyorum, benim canım kızım!
Çok şeker, çok sürprizli, çok başka bi'şey benim tatlı kızım. Ve fakat şu anda kavga ediyoruz. O bana birşey anlatmak istiyor, ben ilgilenmek istemiyorum vs vs. Anne olan herkes bu yetersizlik ve her zaman suçlu olma duygusuyla barışıyor. Bir kez bunları kabul ettin mi, hayat hafifliyor. Madem her koşulda haksız ve suçlusun, bari arada bir mola hakkın olsun.
Bu hafta tatlı kızımın gözüne anahtarlık çarptı haberiyle okula koştum. Ciddi birşey olmadığını tahmin etsem de güzel yüzünü görene kadar endişe ettim. Hemen doktora gittik. İçimiz rahat edince anne-kız hiç planda olmayan keyifli bir öğle yemeği kaçamağı yaptık. Nasıl güzel oldu! Günün mucizesi...

Koçluk eğitiminin üçüncü bölümü de bitti. Aynı şeyi herkese tekrar tekrar söyleyebilirim. İyi ki ben bu eğitime gittim, iyi ki koç oldum. Yaptığım ve sahip olduğum bir sürü şey var da, olmak başka bir yol. Düşündüm da galiba hayatım boyunca ben aşık OLDUM, anne OLDUM, bir de koç OLDUM.
İçinde şiirler, müzik, yazmak, çizmek, boyamak, hayal kurmak, insan olmak olan çoook derin bir öğrenmeydi! Bir kere daha "iyi ki"diyeyim.
Ben ne iyi ettim de bu işe niyet ettim, gönlümü verdim!

Eğitimde "mucize"ydi benim kelimem. Hayatımın büyüklü küçüklü mucizelerine minnettarım. "Serendipity" derlermiş buna İngilizce, öğrendim. Mutlu tesadüf, talih kazası, hiç beklenmedik şanslı bir karşılasma anlamında... Öyle bir süru sersedipity den olma benim hayatım. Sizinki de öyle, dikkatli bakın, göreceksiniz.

"Ne yaparsanız yapın ya da ne hayal ederseniz edin ona başlayın. Cesaret içinde zekayı, gücü ve sihri barındırır." Goethe

Şarkı: Adele Cure şarkısı Love Song a cover yapmış. Yapmasa iyiymiş. Love Song Cure versiyonuyla harika. Youtube'da var.
Yazar: Johnatan Safran Foer.
Plan: Baharda iki dövme yaptıracağım. Birisi serendipity olacak.
Özlem: Bahar. Çok uzun sürdü bu kış. Çok uzun, çok soğuk.
Dua: Kalbimin gösterdiği yolu bulacak ve o yolda yürüyecek cesaret hep benimle olsun!
Mucize: Devamını bekliyorum!