7 Mart 2012 Çarşamba

Eski bir yolculuk

Yazarımızın bu ara hiç birşey yapası olmadığından, depo yazılarından birini kullanacaktır. Anlayışınız için teşekkür ederiz.


Berbat ötesi başladı yolculuğum. Halbuki İstanbul'a kadar harikaydı herşey. Uçağa bindikten iki saat sonra kalktı uçak. Tam iki saat uçakta bekledik. Tek neden İstanbul havaalanındaki trafikti!!! Daha beteri arkamda oturan yolcular. İnsan nasıl bir anda kendine hayret ettiği bir kimliğe bürünüveriyor. Hintli olduğunu sandığım çok sayıda yolcu var ve hepsi orta ve uzak doğulularla ilgili önyargıları haklı çıkarmaya yemin etmiş.
Arkamda üç yalnız adam, saatlerce gürültü yaptı. Sonra ayakkabılarını çıkardılar. O da yetmedi bir tanesi benim koltuğumun koluna uzatmış ayağını!!! Beklemekten fenalık geçirmeyle uyuma arasındayken, kesif bir koku duydum. İhtimal vermezdim ki adamın ayağını gördüm benim koltuğun kolunda!!!  Vallaha billaha! Ters ters baktım, hiiiç oralı olan yok. Sonunda çekti ayağını. Ne hissedeceğimi bilmiyorum. Sinir olduğum bir beyaz Türk gibi koltuğumu business a upgrade etseydim diye geçti aklımdan. Sonra bu düşüncem çok züppece geldi, kendimden utandım. "Bir adamın çoraplarını burnuma dayamasından rahatsız olmaktan niye utanıyorum ki" diye kendime sinirlendim.
Ben insansever biri değilim miyim acaba? Ben ortalama bir medeniyet severim. Anladım. Ayak ayakkabıda olacak, çorap kokmayacak, mümkünse kimsenin burnuna ayak uzatılmayacak. Saçlar parlayacak, parfüm şart değil ama illede temiz temiz temiz kokulacak. Mümkünse... Uçakta İtalya'ya gidiyoruz yahu, konu imkansızlıklar olamaz. Züppelikse, pes ediyorum, kabul ediyorum, sonuna kadar züppeyim. Nike ayakkabılar, puma tişörtler falan giyilmiş ama gerek yok. Ayaklar yan koltuğun koluna uzatılmayacaktı. Olmadı.

Benim yerim koridordu, rica ettiler diye cam kenarına geçtim. Tam kanat hizasındayım. Hava çok açık. Bulutları izleyerek gidiyorum. Bulutlar aşağıda. Çok güzel görünüyor. Beklerken önce hayaller kurdum. Sonra galiba azıcık uyudum. Sonra eskileri hatırladım.  Aklım, kalbim karışık yine. Hayaller de karıştı.
Amannnnııın, sallanmaya başladık! "Kemerlerinizi bağlayın" anonsu oldu.

Bu ara emin olduğum tek şey gönlümden ne dilersem gerçek olduğu! O yüzden dikkatle gönlümü düzenliyorum.

Yemek yedik. Güzeldi. Izgara köfte, ızgara sebzeler, mozerella... Diğer alternatif tavuktu. Uçaktaki Hint nüfusu nedeniyle herhalde, tavuk yetişmedi. Ben memnuniyetle köfteyi alınca sevindi hostes. Tavuk, hem de uçakta hiiiç istemezdim. Koltukta hayat epeyce normale döndü. Arkamdakiler sakinleşti. Ayaklar sanırım yere indi. Ayakkabıya girmiş bile olabilir. Kokuda azalma var.

Hava hala pırıl pırıl! Havanın böyle pırıl pırıl olması bana iyi geliyor. Ben ışık seviyorum.

Herşey yolunda gitse, keyifli keyifli dolaşsam akşam otelin çevresinde. Otel şehir merkezinde olsa, bir kafede otursam. Çok sevdiğim gibi kimsenin beni tanımadığı bu yerde bir gecelik  turist olsam... Hava nasıl acaba?

Geçen gün İstanabul'dan döndükten sonra yazacaktım, olmadı. Uçakta domates suyu içilmesi hususu... Bugün yine dikkat ettim. Kesinlikle var böyle bir gelenek. Sandviç yanında domates suyu. Ama sadece uçakta çünkü henüz uçak dışında hiç bir yerde içecek olarak kendisine domates suyu sipariş eden görmedim. Ama uçakta domates suyu yetişmiyor servis sırasında.

Yaşşşassıın, iniyoruz. Kaptanımız bizi 20 dakika içinde indirecekmiş. Öyle dedi. Hadi bakalım. Hava 8 dereceymiş. O da fena diil...
Bulutlar değil dağlar görünüyor artık. Ne kadar çok ve ne kadar yüksekler... Tepelerinde kar var. Galiba aşağıda hava bulutlu.

Uzuuun bir yürüyüş yaptım. Burası çok güzel bir şehir. Hava çok soğuk değil. Binalar, sokaklar enfes. Ama sokaklar çok tenha, sessiz, bomboş. Kendime bir sokak arası pizzacı buldum. Risotto sipariş ettim. Ve bir kadeh dolcetto şarap. Heyecanla bekliyorum.
Otelim pek eski, pek mütevazi. Banyoda şampuan bile yok. Buna rağmen dört yıldızlı olmasına inanamıyorum. Bu arada, inşallah dönüş yolunu bulurum. Dümdüz yürüdüğümü sanıyorum ama göreceğiz. Şarabım geldi. Nefis!

Pizzacıda benimle birlikte üç masa var. Birinde çok genç bir çift televizyon karşısında pizza yiyor. Diğer masada orta yaşlarında bir adam ve sanırım kızı yiyorlar. Garson ve herhalde aynı zamanda patron yaşlı bir amca. Beyaz önlüğü, yakın gözlükleri var. Ama herşeye hakim. Bir de tombik bir teyze var, televizyon karşısında bağıra çağıra telefonla konuşuyor. Şiir gibi ama gayet tempolu ve yüksek sesle konuşmalarına bayılıyorum! Akşam bir şey yemesem mi diye düşünmüştüm ama şimdi sabırsızlıkla bekliyorum.

Evvvveetttt! Mantarlı risottom geldi. Hemmen gömülüyorum.
Işık hızıyla yedim. Beğendim. Bu arada yanılmamışım, amca hem patron hem garson. Etrafta fotoğrafları, diplomaları falan var. Bir baba-oğul pizza alıp gittiler. Giderken bana "bon apetito"dediler. Ben de "grazia" dedim. Şimdi amca gelip Fransız mıyım diye sordu. "Turkish" dedim. Kaynaştım gitti buranın halkına!
Tatlı da yesem mi? Mesela tiramisu? Yoksa abartmasam mı? Efendice gidip yatsam mı? Bir düzeltme; ikinci masa kesinlikle baba-kız değil. Kadın arkadan ufak tefek ama sesini duyunca koskaca bir kadın olduğunu anladım.

Karar verdim tiramisu söyleyeceğim. Ölümlü dünya!

Hahaaaaaha! İtalyanca verdim siparişimi!

Tiramisu bir dondurma kabında geldi. Onu da beğendim. Pek bi ekabir oldu bu akşam. Sefam oldu tam anlamıyla! Bir de oteli bulsam hayırlısıyla... Hesabı ödeyip dönme vakti.

Oteli buldum. Odada şampuan da buldum da bu sefer battaniye yok. Ya da olmasa daha iyi.  Yatağı açıyorsun, yatak örtüsü altında bir ince çarşaf! Yaaaa... Battaniyeler dolapta. İstersen, al kullan. O arada kiminle sarıldığını tahmin et, edebilirsen. Evimde bile nefret ederim nevresimsiz battaniyeden!!! Tam "şampuanı buldum, otelime haksızlık etmişim" diyecektim, bu çıktı. Bin şükür ki ben polarlarımla geldiydim. O sefil battaniyeye ihtiyacım olmaz herhalde. Bu nedir yaaa!
(Ben bir de bu bideyi kabullenemiyorum. Sevimsiz bi'şey.)

Uykum geldi. Bu tiramisular falan nasıl eriycek yahu?!

Milano'da havaalanındayım. Gece parçalı da olsa uyudum. Battaniyeye temas olmadı. Ayrıca üşümedim. Gecenin üçü sendromu geri dönüyor galiba. Bir kaç gecedir yine uyanıyorum ki saat üç civarındayız.
Sabah odadan çabuk çıktım. Kahvaltıdan sonra 15 dakikam vardı, şehrin dün gece gitmediğim tarafına yürüdüm. Sabah saat 8 olmasına rağmen hava tam aydınlanmamıştı. Soğuktu ama çok değil. Sabah sabah milletin küçücük kafelerde toplanması çok hoş. Gazete okuyup bir şeyler atıştırıyorlar. Sokakta elde sigaralar... Akşam bomboş olan sokaklar canlı. Otobüs durakları, yollar... Daha çok çocuklar okula gidiyor. Kafeler dışındaki dükkanlar kapalı.
Tüm hanımlar tayt giyiyor. Lise çağındakiler, benim yaşımdakiler, fark etmiyor...  Kimi çizmelerle, kimi babetlerle. Babet giyenlerde çorap yok! Kafada bere, üstte palto falan, ayaklar çıplak! Ben de taytımla gayet İtalyan bir tarz içindeyim, güzel tesadüf!
Milano'da hava açık! Havaalanında şimdilik herşey yolunda gitti. Az sonra bineceğiz. Kendimi tutamayarak bir çanta aldım. Pişman değilim. Bilakis, çok mutluyum.

Biniyorummm!

Uçaktayım. Yemek servisi devam ediyor. Herşey yolunda. El bagajıma yer bulamamıştım. En arkaya koydum ben de. Cam kenarındayım. Kanadın tam arkası. Orta koltuk da boş. Rahatım. Salgın hastalık felaketi konulu bir film var. Seyredeyim dedim ama ruhum sıkıldı. Uçağa binerken gazeteler vardı. Çok iyi oldu. Bu saate kadar (saat 13:25) gazete okudum. Bir buçuk saat daha yolum var. Can Dündar Behzat Ç dizisi hakkında yazmış. Yazdıklarından etkilendim. Şafak da bahsediyordu bu diziden. Ben hiç seyretmedim. Merak ettim. Unutmazsam, bu hafta bir bakmak istiyorum. Hava pırıl pırıl yine. Ama uçak sallanıyor. Şimdi biraz dergi, kitap bakacağım. Kızımı özledim. Çay, kahve servisini bekliyorum. Hedefim limonlu çay. Nereden çıktı limonlu çay, ben çayı limonlu içmem ki... A Hiç fikrim yok.

Eyooooo, çay zamanı! Limonlu çayım tam hayal ettiğim gibi geldi. Bir kez daha mutluyum!

Dutyfree alısverişi sonrası elimdekiler iyice ağırlaştıysa da bir gayret, iç hatlar tarafına geldim. Doğruca kapının karşısındaki koltuğa çöktüm. Fazlaca sıcak geldi bana havaalanı. Şimdi bir kere daha uçaktayım. Artık eve gitmek ve duş yapmak istiyorum. Yoruldum. Aslında daha doğru kelime sıkıldım. Gri bulutların arasına girdik. Bir süre anons duymak istemiyorum. Sonunda İzmir'e indik. Burada eni konu yağmur var. Kaptan anons yaptı şimdi. Yanaşacağımız kapıda başka bir uçak varmış. Kule yanaşmamıza izin vermiyormuş. Buyur bakalım! Bir ineyim ve artık anons duymayayım! Nefret ettim anonslardan. Kayıtlı olanlar yine iyi, canlı olanlar hepten eziyet. Ses berbat, telaffuz berbat, Türkçe olanı zor anlıyorum, İngilizce kısmına hiç girmiyorum. Bunda bir standart sağlamak zor mudur ki acaba? Bu kadar kötü yapılıyor bu iş.
Hareket ettik yeniden. Yanaşıyoruz. Bu sefer saatler sürmedi. İnmek ve temiz hava almak istiyorum! boğuldum.

İniyorummmmm! Sonunda!

Bundan 20 yıl sonra, yaptıkların değil, yapamadıkların için üzüleceksin. Dolayısıyla halatları çöz. Güvenli limandan uzaklara yelken aç. Rüzgarı yakala, araştır, düşle, keşfet. Aldous Huxley

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder