29 Nisan 2012 Pazar

Parlak Düşünceler

Kasvet dolu son yazımın üzerinden 24 saat geçmeden içimi ısıtan bir haber vereyim istedim.
Gamze'cimin iki numara doğdu, hatta neredeyse bir aylık oldu! Demir oğlumuz da tıpkı babasına benzemiş. İnanması zor, benim kimselere benzemeyen gönlümün gölgesi arkadaşım artık iki çocuk annesi! Dün telefonda konuştuk uzun uzun. Ona koçluktan bahsederken, insanın içindeki güçlü yanı bulmasına eşlik ediyorsun diye tarif ettim. O da bana "senin bana hep yaptığın şey bu" deyince gözlerim doluverdi. Yaşlanıyorum bloggerlarım. Hepten yufka yürek, sulu göz oldum.

Nefis kitaplar önereceğim.
Sultanı Öldürmek/Ahmet Ümit (Nefessiz okunuyor)
Walter Isaacson/Steve Jobs (Mutlaka)
The Decision Book/Mikael Krogerus and Roman Tschappeler (Şahane!)
The Question Book/Mikael Krogerus and Roman Tschappeler (Tam bir koçluk el kitabı)

9 Mayıs'ta başlayacak Koçluk Eğitimi ikinci bölümünde asistan olmayı çok istiyorum. Benim için dua edin ve bana şans dileyin işlerim yolunda gitsin blogger dostlarım.

Yaşanılan gün içinde çok büyük bir sır vardır; bu büyük sır, zamandır. Onu ölçmek için saatler ve takvimler yapılmıştır; ama bunlar hiçbir şey ifade etmez. Herkes çok iyi bilir ki bazen bir saatlik süre insana ömür kadar uzun gelirken, bazen de göz açıp kapayıncaya kadar geçip gider. Çünkü zaman, yaşamın kendisidir. Ve yaşamın yeri yürektir. Momo/Michael Ende

Lamba Cini

What was the last time you did something for the first time?

Dün uzun uzun yazdım. Ve sonra ne olduysa yayınlayamadım, yazım kayboldu... Olmadı!

Tüm duygularımı baştan yazmaya hevesim yok. Bir sürü fani dünya derdi, üstüne hayatın asıl gerçeği dolu haftalar gelip geçti. Dünya dertlerine çok takılıp, hayatın ne kadar geçici olduğunu hatırladım, hatırladığım hızda unuttum! Geçen haftayı (aslında bir önceki hafta) zor geçirdim. Hayatta insan hep aynı şeyle sınanıyor. Ben de öyle. Zorbalık beni yoldan çıkarıyor. Zorbalık ve kör hırsla başedemiyorum. Hırslı insanların yarattağı tüm dertlere rağmen dünyayı daha ileri götürdüklerini düşünüp kararsızdım.

Artık karar verdim bloggerlar. Hırs küpü insanlar olmasaydı bugün en fazla bisiklet seviyesinde olurduk belki. Şunu fark ettim ki bu hırslı tipler aslında hiç birşeyi dünya daha iyi bir yer olsun, ya da insanlağa fayda olsun diye yapmıyorlar. Aslında tek istedikleri kimbilir kiminle sürdürdükleri savaşı kazanmak. Hayatları bir kavga. Ayrıca dünyada gökdelenler, fezaya varan roketler, 4X4 cipler olmasaydı dünya daha az yaşanabilir bir yer olur muydu? Olmazdı bence. Bisiklet seviyesinde kalsaydı da dünya en az bu kadar yaşanası bir yer olurdu. Onların yüreğinde taşıdığı öfke zorbalık olarak ifade bulunca, virüs gibi benim de üzerime sıçrıyor. Aynı öfkeye ben de bulaşıyorum. Aklımın gönlümü düzenlemesine uğraşıyor, yutkunuyor, sakin kalıp doğru olduğuna inandığım şeyi yapmaya çalışıyorum. O sırada istediğim tek şey zorba kişiye haddini bildirip, bir daha suratını görmeyeceğim bir yere gitmek. O sırada iş dediğin şeyin bir çeşit oyun olduğu bilsem de oynamak içimden gelmez oluyor.

Üstüne kabuslarla dolu bir geceler vardı. Öyle kabuslar ki hepsi kendi içinde bir psikanaliz konusu olabilirdi. Babam, babaannem, teyzem, korku film yaratıklarına benzeyen köpek benzeri kırmızı gözlü canavarlar, denizde üzerime saldıran yeşil yılanlar, ...

Derken çok sevdiğim bir arkadaşımın kronik lösemiye yakalandı! Sonsuza kadar yaşayacağımız ilüzyonu dağılıverdi. Başka bir arkadaşımın babası Amerika'da tatildeyken hastandı ve hayatını kaybetti. Öyle, birden bire... Bir varmış, bir yokmuş...
Diğer yandan katıldığımız strateji toplantısında insan ömrünün 73 yıla çıktığını öğrendik. Sağlıklı biçimde 45'leri buluyorsan daha fazlasını da yaşayabilirmişiz. Bu iyi haber mi? Bilmem siz düşünün! Ben karar veremedim.

Neyse, bunca konunun üstüne 23 Nisan'ı da fırsat bilip İstanbul'a gittik. İstanbul hep lale, hep erguvan, hep ışık, hep bahardı. Çok güzeldi. Bana iyi geldi. Gezdik, yedik, içtik. Arkadaşlarımızla buluştuk. Kızlarla güldük. (Deniz'im de bizimleydi.) Geçen hafta neler olduğunu hatırlamıyorum. Koşturdum durdum galiba.

Gece kabusları çok şükür bitti, gündüz kabusları sıradan günleri kovaladı, kahveler içildi, mailler yazıldı, bir hafta sonuna daha ulaşıldı.

Bugünlerde bir hayal kuruyorum. Bir yıl kadar bir zaman için başka bir ülkede yaşadığımı hayal ediyorum. Rönesans görmüş, güzel bir yerde. Niye, nasıl olmuşta gitmişim? Nereye gitmişim? Düşünmedim. Hayal işinin en güzel tarafı bu! Detayları dert etmek gerekmiyor!

Alaaddin'in Lambası'nda çıkan cinle karşılaşsam ne dilerim diye düşündüm geçenlerde. Şimdi sizlerle 3 dileğimi paylaşıyorum canım bloggerlar: 1) Perili çocuk dizilerindeki perilerin parmak uçlarını birbirine dokundurarak zamanı ve herşeyi durdurabilme sihirli gücünü istiyorum. ama ben kime dokunursam o canlanabilsin. 2) Öyle çok parada pulda gözüm yok. Gün gelir de birgün çalışamazsam bana yaşanası bir gelir getirecek birşey. Kiaralayabileceğim bir dükkan mesela. 3) Hiçbir sevdiğimin acısını ve üzüntüsünü görmemek.
"Bu mudur yani?" diyenler olabilir. Budur valla. "Nerede dünya barışı, hani kansere çare?" diyenlere boynum bükük. Haklısınız. O kadar adam olamadım daha. Ben de bu üçünü bir çırpıda sayınca üzüldüm azıcık.

"Vizyon nerede, kirada dükkan kadar adamsın sen kızım" diyeceklere de lafım yok. O kadarım gerçekten.

"Yakında öleceğimi anımsamak, hayatta önemli seçimler yapmamda en büyük yardımcım oldu şimdiye kadar. Çünkü neredeyse her şey-bütün dış beklentiler, gurur, rezil olma ya da başarısızlık korkusu-bütün bunlar ölümün karşısında önemsizleşiyor ve geride sadece gerçekten önemli şeyler kalıyor. Öleceğinizi anımsamak, kaybedecek birşeyiniz olduğu yanılgısına düşmekten kurtulmanın en iyi yolu. Zaten çıplaksınız. Yüreğinizi takip etmemeniz için hiçbir sebep yok." Walter Isaacson/Steve Jobs (Standford Mezuniyet Konuşması)

14 Nisan 2012 Cumartesi

Yanlış Hayatın Peşinde Koşmayacaksın!

Ne olmasını bekliyorsun?

Hayatın sana ne sunmasını bekliyorsun?

Dün akşam hayalini kurduğun şeylerin, sabah olunca gerçekleşeceğini mi umuyorsun?

Yanlış Hayatın Peşinde Koşmayacaksın!

Sistem böyle çalışmıyor!

Düşünce gücü, metafizik, parapsikoloji, yoga, meditasyon, aklına her ne geliyorsa, neye inanıyor ve peşinden gidiyorsan, hepsi bir yerde tıkanıp kalacaktır!



Ummakla, dilemekle olmuyor, ayağa kalkacaksın!

Her şeyden önce farkına varacaksın!

Hangi öğretiye inanırsan inan, üstün körü anlamayacaksın.

Bir bilgiyi gerçekten hayatında uygulayamıyorsan, o bilgiye sahip olduğun yanılgısına kapılmışsın demektir.

Kendini kandırmayacaksın!

Gerçekleri anlayacak, sonu her ne olursa olsun kabul edeceksin.

Bazen bildiklerin, öğrendiklerinin acı verir.

Onu da yaşayacaksın.

Önce kendinin, ne olduğunun, nelere sahip olduğunun, gücünün, yeteneklerinin,

Bu hayata neden geldiğinin farkına varacaksın.



Hayatını, gereksiz şeyler uğruna harcamayacaksın.

Kalbinde yaşadığın her duyguyu aşk sanıp, peşinden çöllere düşmeyeceksin.

Aşkın adını ağzına almadan önce, uzun uzun düşüneceksin. Yüreğinle yüzleşeceksin.

Sevgiyi, tutkuyu, şehveti, alışkanlığı, çekimi, aşkı birbirinden ayırt edeceksin.



Hiç kimsenin ve hiçbir şeyin senden daha önemli olduğunu düşünmeyeceksin.

Bedenine, ruhuna, aklına sahip çıkacaksın.

Hak etmeyenin ardından yas tutup, bunu da aşka bağlayıp, aşkın şanını kirletmeyeceksin.

Kendini tanıyacaksın, hem de çok iyi tanıyacaksın!

Kimleri, neden ve niçin seçtiğini bileceksin.

İnsanız hepimiz, elbette zayıflıklarımız, düşkünlüklerimiz, saflıklarımız var ancak kendi huylarını, eksiklerini iyi tahlil edeceksin.

Ardından gözyaşı döktüğünün adını doğru koyacaksın!

Yıllar süren yaslar yaşayıp, unutamadığını iddia edeceğine, neden hayatına başlayamadığını çözeceksin.

Korkularınla yüzleşeceksin.



Yattığın yerden, kurduğun hayale uygun bir beyaz atlı prens beklemeyeceksin.

Aklın çalışacak, elin ekmek tutacak, kimseye boyun eğmeden yaşamanın lezzetini bileceksin.

İster kocan olsun, ister oğlun, ister anan, ister baban, kimsenin sevgisiyle hükmünü birbirine karıştırmayacaksın.

Ezilen, zavallı, akılsız olmak kazandırır gibi dursa da, sonunda mutlak kaybettirir; bunu unutmayacaksın!



Başkalarına değil, kendi gücüne inanacaksın.

Birinin boynuna asılarak durursan, karşındakini yormakla kalmazsın, bir gün kendi kolların bile çekemez ağırlığını düşersin; kimseye dayanmayacaksın!

Dünya da sensin, evren de!

Kendini geliştireceksin. Büyüyeceksin, olgunlaşacaksın.

Ruhunu da, aklını da bedenin gibi besleyeceksin.

Önce sen büyük olacaksın, farkında olacaksın, sonra dünyanın zevklerinin, aşkın, hayatın tadını çıkaracaksın.

Emanet hayatlara tutunup, ömrünü harcamayacaksın.

Ne olmasını bekliyorsan, sen öyle oturdukça, olmayacak.

Boşuna hayal kurmayacaksın!

Can YÜCEL

9 Nisan 2012 Pazartesi

Çilekli Pasta

Sevgili bloggerlar,
En önemli havadisten başlıyorum. Artık ben de facebook'tayım! Bu benden başka kimse için haber değil, biliyorum.

Bugünlerde nasıl hissettiğimi tarif etmem zor. Sanki herşey etrafımda olup bitiyor, ben bir izleyiciyim. Herşeyin içindeyim ama dahil değilim. Allah'tan öyle görünmüyorum.

İş, güç, ev arasında koşturup duran, bazen enerjik, bazen halsiz, mailleri cevaplayan, telefonda konuşan, yürüyüş hayali kuran, bahar geldi diye akşamları çilek ayıklayan kadını seyrediyorum. Bazen sevgiyle, bazen şevkatle, bazen kızarak, bazen onun için sevinip bazen üzülerek, bazen anlayarak, bazen takdir ederek, bazen ...

Çilekli pasta yaptım. Nefis oldu. Hepsini yemek istiyorum.

”Hiçbir ilişki güvenli değildir. İlişkilerin doğasında güvenli olmak diye bir tanım yoktur. Bu gereksinim, belirsizlik durumuna katlanamayan zihnin gereksinimidir. Bir ilişkiyi tam anlamı ile güvenli kılarsanız, asla tadını çıkaramazsınız. Tüm çekiciliğini ve güzelliğini yitirir. Yaşayan, canlı bir ilişki istiyorsak, belirsizliği kabullenmemiz gerekir zira yaşayan her şey gibi o da ele avuca gelmez olmalıdır. Ele avuca gelmez olduğu için de yaşanan an daha yoğun hale gelir”... OSHO