Öyle
çok şey ardı ardına oluyor ki!
Yakın
zamana bakıyorum; geçen sonbahar futurizm zirvesine gittim ve herşey orada
başladı! Hayatımızın gerçekleştirdiğimiz hayallerden oluştuğunu anlatanları
dinlerken fark ettim ki, benim hayatım peşinden koştuğum hayallerimin ürünü
değil. Kendi hayatıma dair hayaller kurmamış ya da hayallerimi hiç ciddiye
almamış olduğumu fark ediverdim! Meğer gelişine göre yaşamışım.
Oysa
yıllarca hayatı sıkı sıkı kontrol etmeye çalışan biri olduğumu sanırdım.
Üstelik bu talihsiz ve beyhude amaç için çok çaba harcadım. Gel gelelim o gün
fütürizm zirvesinde bulunmam bile bir hayalin çıktısı değil, tesadüflerin önüme
koydukları içinde yaptığım bir seçimdi. Kabul etmeliyim ki bu kadar şuursuz
biri için her zaman çok şanslıyımdır.
Zirveden
çıkınca bir kafeye oturdum ve ilk defa kendim için bir hayal kurmaya başladım.
Hala eklemelerle hayalime devam ediyorum.
Ben
ne istiyorum aslında?
Bütün
yapıp etmelerim, tüm çabam ne için?
O
gün bu soruya cevabım detaylı olmasa da; her zaman çalışan, işi-gücü olan,
yaptığı işi seven, tutkuyla yapan, para kazanan, okuyan, yazan, sevdikleriyle
uzuuun masalar etrafında yiyip içen, mutlu bir kadın olmak istedim. O kafede
başlayan hayal aklıma koçluk eğitimi düşürdü hemen arkasından. Ne ilgisi ver,
bilmem.
Sonra
dünyanın dönme hızı arttı.
“Tık”
diye Adler İzmir’de koçluk eğitimi açılıyor mesajı düşüverdi önüme. Düşünmeden
kaydoldum. Eğitimler bana koçluk becerisi kazandırdı elbette ama asıl olan
başkaydı. Ben kalbimin sesini aklımla izleyecek yolu buldum! Hayatım boyunca bir
sürü beceri kazandım, bir sürü şey yaptım, bir sürü şey öğrendim ama çok bir
şey OLmadım. Hepsi bir işti, görevdi, ünvandı, sorumluluktu, -meliydi,
-malıydı… Ne oldum ben deyince baktım ki; ben aşık olmuşum, anne olmuşum, bir
de koç oldum.
Koçluk
hikayesine ucundan kıyısından bulaşanlar zirve deneyimini bilirler. Ahir
ömrümüzü düşündüğümüzde hatırladığımız ennnn mutlu günümüz zirve anımızdır. Ben
adının “zirve deneyimi” falan olduğunu bilmeden hayatımın zirve anını
biliyordum. Hatta o gün, yaşadığımın ne kadar özel bir an olduğunu biliyordum.
Üniversite
1. sınıfa başlamıştım. Ankara’da bir sonbahar akşamı. Hava kararmış, hafif
soğukça, yapraklar dökülmüş yerlere renk renk. Sokakta yürüyorum. Hiç acelem
yok. Kestane almış, kalabalığa karışmışım. Evime gideceğim. Otobüs durağına
gidiyorum yürüyerek. En uzaktakine. Hafif rüzgarın keyfini çıkarıyorum. Tek
başınayım. Evde beni bekleyen yok. Arkadaşlarım, ailem, sevdiklerim yerli
yerinde. “İyi ki!” diye geçiyor aklımdan. “İyi ki buradayım!” Hissettiğim bir
şükran duygusu. Kendimin en iyi halindeyim. Beni o ana ulaştıran her şeye
müteşekkirim. Eğitimin başında zirve deneyiminizi hatırlayın dediklerinde bir
an bile düşünmedim. O “an” bir resim olarak hep aklımdaydı. Onlarca defa
anlattım bu anı. Hala, her seferinde anlatmak, hatırlamak hoşuma gidiyor.
Bugün,
“o anı zirve yapan neydi?” diye her baktığımda yeni bir şey görüyorum. Her
baktığımda “bunu şimdiye kadar nasıl fark etmedim?” dediğim başka bir şey…
Yeni
fark ettiklerimden en şaşırtıcısı o anın içinde “yeni bir başlangıç” olması.
Yeni bir sürü başlangıç! Yeni okul, hayatımın yeni bir dönemi, yeni bir şehir,
yeni arkadaşlar, yeni sokaklar, yeni bir ev, … Yeni bir hayat!
Yeni
başlangıçların bedeli var. Alışkanlıkların sıcacık konforunu ve dahası güvenlik
duygusunu kaybediveriyorsun! İnsan olduğu yerden ileri bir adım atarken sanki nesi varsa kaybedecekmiş gibi bir korkuya kapılıyor. Bu üç kelime alışkanlık, konfor ve güvenlik
hayatımızın kilidi oluyor. Peki,
kilidi açıp dışarı çıkınca ne mümkün oluyor? Ne kazanıyorsun?
Benim
cevabım dün akşam bir kere daha yaşadığım dolu dolu bir “iyi ki!” duygusu.
Başka türlü bir mutluluk, yaşamına eklenenler. Bir çoğalma duygusu...
Dün
gece benim canım Nes’imin veda gecesini yaptık. Gecenin bir yarısında birlikte
çok içtiğim, çok güldüğüm, çok eğlendiğim bu insanları ne çok sevdiğimi fark
ettim. Aynı şekilde sevildiğimi bildim, hissettim. Son 3 yılda çıktığım yolda
benimkine karışan hayatlar…
“İyi
ki!” deyiverdim yine! “İyi ki, hayatıma, sevdiklerimin arasına bu insanları da
katma fırsatı bulduğum bu yola çıkmışım!”
Şimdi
benim canım Nes’im 10 adım ötemdeki masasını boşalttı. Yeni bir işe geçiyor.
Benim 10 adım öteme yeni birisi gelecek. Nes’im başka birisinin yakınındaki
masaya yerleşecek. Her sabah çayla başlayan sohbetimiz, 3 kelimeyle anlaşıvermemiz,
birbirine kayıtsız şartsız güvenmenin konforu kaybolacak. Yeniden yol bulmaya,
güven kurmaya, başka insanlar tanımaya, yeni bir sabah rutini oluşturmaya
uğraşacağız. Üstelik bazısıyla bunlar bir daha hiç olmayacak. Eskiden nasıl da
korkuturdu bu beni! Hala azıcık gözlerim doluyor, kalbim sıkışıyor ama artık
biliyorum; sonunda “iyi ki!” diye biten bir başka gün daha olacak.
Bu
Nesli beni bir kere daha bırakıp gitmişti blogger’larım. Ağlamaktan içim
çıkmıştı o zaman Bu sefer “ben bumerang gibiyim, yine döner seni bulurum” dedi.
O yüzden ağlamıyorum. Biliyorum ben, o yine beni bulacakJ
"Travelling from known to unknown requires crossing an abyss of emptiness. We first experience disorientation and confusion. Then, if we are willing to cross the abyss in curious and powerful wonder, we enter an expansive and unknown country that has its own rhythm. Time melts and thoughts become stories, music, poems, images, ideas. This is the intellegence of the heart. But by that I don't mean just the seat of our emotions. I mean a vast range of receptive and connective abilities; intuition, innovation, wisdom, creativity, sensitivity, the easthetic, qualitative and meaning making. It's here we uncover our purpose and passion." Dawna Markova/I Will Not Live an Unlived Life