Öfkeliyim bugünlerde. Neredeyse herkes gibi, ben de en çok adelet duyguma dokunulunca öfkeleniyorum. Adaletin ne olduğu Antik Roma'dan beri tartışıla tartışıla, belki de evrensel kabul gören bir tanımı yapılmıştır. Bilmiyorum. Ben zorbalığa tahammül edemiyorum. İlla ki kaba bir üslup şart değil zorba olmak için. Kaba-saba zorbaları görmek, gücün yettiğince ittirip geçmeye çalışmak daha kolay. Beni öfkeden kudurtan zorbalar bunu sofistike biçimde yapanlar. Benim "iyiliğimi" düşünenler, "en doğruyu" bilenler, kurallar, prosedürler, roller, sorumluluklar falan adına konuşanlar. Bir de "orta yol"lar. Herşeyin "orta karar" olanından irkiliyorum ben. Ensemden aşağıya tüylerim diken diken oluyor. İçinde hep bir çıkar, bir hesap kitap, bir "ne şiş yansın, ne kebap" havası seziyorum. Önyargı mı bu? Öyleyse öyle!
Uzlaşmamaktan bahsetmiyorum. Taviz vermemek de değil söylemek istediğim. Herkesi bir oratalamaya çekmek, mümkün olduğunca benzeştirmek, kendi seçimine mecbur bırakmak için en iyisi, en doğrusu, en mantıklısı, herkesi için en hayırlısı,en şöylesi, en böylesini iddia etmekten bahsediyorum. Gücü kendi istedikleri gibi bir düzen kurmak için kullananlardan. Bunlar sofistike zorbalar. Kendi yaşam modellerini, kendi konfor alanlarını rasyonalize edip, diğer tüm seçenekleri sorumsuz, heyecanlı(!), uzlaşmaz, inatçı falan filan olmakla suçlayanlardan... Onların bu herkesin iyiliğini düşünür hallerine, zorbalıklarının bu sözde kılıflar arasında kaybolduğunu zannetmelerine öfkeleniyorum. Değişim istememeyi, kendi tercihinde ısrarlı olmayı bile anlarım. Ama başkalarının tercihinin, zekasının, gücünün küçük görülmesine öfkeleniyorum!
Bu zorbalar her yerde. Bizim iyiliğimiz için seçeceğimiz okul konusunda bizi ikna eden(!), hayallerin peşinden gidersek hayalkırıklığına uğrayacağımızı bize öğreten(!), anne-babalarımız, görevimizin gereği(!) neyse onu sorgulamadan uygulamamız gerektiğini hatırlatan yöneticiler, mutluluğun mutlak tarifini yaparak bizi seçimsiz bırakan sosyal kurallarımız, ...
Allah'tan başbakanımız harbi zorba. Sofistikasyonla işi yok. Kural, fayda, görev, gak guk diye başlasa da uzatmıyor. Gazsa gaz, tomaysa toma, ...
Ben de öfkeleniyorum işte! Zorbaya güç veren kurbanın derisinin altındaki korkuya öfkeleniyorum.
Bu öfkede; belki ergenlikten belki de öncesinden kalan ufak arızalar olduğunun farkında değilim sanılmasın. Bal gibi farkındayım. Diğer yandan artık arızalarıma izin vermenin heyecanı var bende bloggerlarım. Heye-canlıyım!
Kim bilir belki bu heye-canla tüm arızalarımı tamir bile ederim.
“Birbirimizi yeniden görene değin aradan çok uzun zaman
geçebilir… Sana önerdiğim şeyi tekrarlamak istiyorum; yaşam tarzında köklü bir
değişiklik yapmalı, daha önce hiç duymadığın ya da yapmakta kararsız kaldığın
türden şeylerin tamamını yapmaya başlamalısın. Çoğu insan kendilerini mutsuz
eden koşullarda yaşıyor ve gene de bunu değiştirmek için hiçbir şey
yapmıyorlar. Çünkü güvenli, rahat, rutin bir hayata koşullanmış durumdalar.
Huzur veriyor gibi görünse de, insanın içindeki maceracı ruh için kesin olarak
belirlenmiş bir gelecekten daha yıkıcı bir şey düşünemiyorum. İnsanın yaşama
arzusunun özünde macera tutkusu yer alır. Yaşamın keyfi yeni deneyimlerdedir.
Bu yüzden sürekli değişen bir ufuktan daha büyük keyif olamaz, her yeni gün
yepyeni bir güneşin altında doğabilir."