Sabır, sürpriz, ihanet, sadakat, haklı, haksız, suçlu, masum, bencil, ...
Televizyon seyredenlerdenim ben. Bir aradan sonra Muhteşem Yüzyıl'ı seyretmeye başladım yeniden. "Hürrem dermansız bir hastalığa yakalandı" dediler. Hemen yakaladım kaldığım yerden. Ölüm her şeyi, herkesi eşitleyen emin olduğumuz ama yok saydığımız tek mutlak gerçek. "Acaba" dedim "Hürrem nasıl geçecek bu iğne deliğinden?"
Ahlak karar verme sistemimizdir ya malum. Bir karar anı yoksa ahlakımıza dair bilgi de yoktur. İşin özü karar anıdır. İngilizce'de çok güzel söylendiği haliyle; The moment of truth. Gerçeklik anı.
Öncesi sadece lafttır. Boştur. Yalan değildir belki sadece umuttur. Olmak istediğimiz haldir. Olduğumuzu sandığımız ya da... Masumdur palavralar eni konu. Hadi yine İngilizce söyleyelim: Wishful thinking derler. İnsan kendisi de inanır. İnanmak ister.
"Büyük söz söyleme" nasihatı, bekara karı boşamanın kolay olması hep bundandır.
Böyle olunca sıfatların muteber olanı değer kaybediyor, yargılayıcı olanı düşündürüyor adamı. Cesaretsiz değil de aslında sabırlı mı? Güçlü değil de aslında yalnız mı? Umutsuz değil aslında sadık mı? (Tersinden okumak da mümkün.) Yargılamadan anlamaya çalışma işi adımı perişan eder. Dünya genişler. Kimi nerede bulacağını bilmez olur insan. Benden uyarması.
Sıfatlar işi bloggerlarım, çakma evhanımını düşündürmeye devam ediyor. Hürrem'i ve hayata vedasını izliyorum. Merakla bekliyorum. Fani olmak gerçeğiyle nasıl yüzleşecek? Biz ona nasıl bir son layık göreceğiz? İlahi adaletle merhamet arasında nerede bir yol bulacağız?
Günler haftaları kovalarken, veli toplantısı, disiplin kurulu derrken annemin hastalığı. Basit bir gripmiş gibiyken gözünü açamaz oldu akşamdan sabaha, hastaneye zor yetiştik. Toparlanıyor yavaştan ama gözleri hiç açılmadı iki gün. Kızım 23 Nisan'da bandoda çaldı. 25 Mayıs'ta Tübitak fen projesinde yarıştı ( tabii ki gururlanıyorum) arada ergenliğin dehlizlerine yuvarlandı. Ağlamaktan gözlerinin kıpkırmızı olmasıyla, komik suratlarla evde çılgın danslar birbirini izledi. Haftaya drama festivaline gidiyor Almanya'ya. Hiç hayal ettiği gibi bir anne değilim. Sıkıcıyım ama bazen işe yarıyorum. Yine de en büyük korkusu büyüyünce bana benzemek(!) Ben ortada yığılı pijamalara, koridorda bulduğum çoraplara meftunum. Aşkından ölüyorum. "İmdaaat" diye bağırmak istediğim anlar çok sık ama kucağıma kıvrılınca kalbim sıkışıyor, unutuyorum.
Ağustos için yazlığı tuttum.
Sabırla cesaret arasında bir nefes alımı mesafedeyim.
Bahar insafsızca güzel. Ağaçlar, çiçekler, arada yağmur, kokular, ....
Sabah uyanınca bir kuştan, bir kediden farkım olmadığını unutmamaya karar vererek başlıyorum. Şükrederek. Şansıma, yoluma, can yoldaşlarıma, aşka, aşkıma,...
Derin nefes. Hepsi sadece bir nefes...
"Hiç birşey ummuyorum. Hiç birşeyden korkmuyorum. Ben özgürüm.." Kavafis.
Film: The Grand Hotel Budapest (nefis)
Kitap: Gaiz Kahraman/İhsan Oktay Anar (bu sefer daha iyi)
Psikeart-Özgürlük
26 Nisan 2014 Cumartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder