20 Ekim 2010 Çarşamba

güneşi bekliyorum

Öfkeyle yorgunluk birbirinin içinde. Bende öyle. Hangisi hangisinden önce acaba? Yorgunluk mu öfkemi tetikliyor, öfke mi beni yoruyor? Velhasılı hem yorgun hem öfkeliyim. Kime öfkeliyim sayamayacağım. Etrafta ne varsa, kim varsa...
Gayet bilimsel bir makale okudum bu hafta. Hava kapalı, yağmurluyken insanoğlu daha toleranssız, daha katı oluyormuş. Havadan benim bu hallerim, hep havadan...

İş-güç, hani klasik bir klişe olacak ama, çığ gibi, üzerime üzerime geliyor. Bir de evde kadın yok.

Bizim ezberlenmiş düzen bozuluverdi! Düzen dediğin evin günlük, dandik, hiç umursamadığımız işlerinin yapılması olsa da, etkisi büyük!
Bir kere evi toparlayan bir kadın olmaması ile ilgili her birimizin algısı, buna tepkisi ve birbirinden beklentisi başka.
Ben; herkesin bu gerçeği aklında tutmasını ve ev içi önlemler alınmasını (!) bekliyorum. Mutfakta lavabo kenarına dizilip bırakılan bulaşıklar nedeniyle ev halkına düşmanım, onları intihara sürüklemek amacıyla durmadan söyleniyorum. Kızım konuyla çok ilgili değil, maksimum fayda arayışında. Her okul çıkışı bir arkadaşının evine gitme peşinde. Çamaşırların balkondan toplanması ya da asılmasının sohbetlerimizde yeri var.

Hayatım dediğin şey, karşılıklı beklentileri bir dengede tutan işte böyle alışkanların, bir ezberin ta kendisi!
Bu ezberi bozan en ufacık değişiklik herşeyi değiştiriveriyor. Yaşadığımız her duygu, bu ezberin çıktısı. Farkında olmadığımız bu ezber, ilişkilerimizi belirliyor. Evde kızı karşılayacak birisi olmadığını bile bile yarın kendine bir program yapmış olan anneme öfkeleyim. Tabii bunu ifade edemiyorum. Bu durumda daha da öfkeleyim. Muhtemelen o da bunu fark edip fark etmemiş gibi yapmak zorunda olduğu için bana öfkeli. Sabahın köründe kaldırılıp anneannesine götürülen kızım öfkeli, falan filan.
Yarattığımız rutinle içine sığacağımız bir kalıp oluşturuyoruz. Birbirimizden beklentilerimizin sınırlarını belirliyor, bir orta yol buluyoruz. Ezber bozulunca, günlük hayata dair kalıp bozuluyor. O küçük gördüğümüz, basit beklentiler bile karşılanmaz oluyor. Veee bu hayalkırıklığı hepimizin içinde sakladığı ne varsa yüzeye yaklaşıyor. Kalıba sığmak için vazgeçtiğimiz herşey aklımıza gelmeye başlıyor, bir bir...
Eğer ezber tutturulursa yeniden, hayat sürüp gidiyor. Ezber kalıcı olarak bozulursa pandoranın kutusu açılıveriyor!

Ezberimizi bozan değişiklik çoğu kez minnacık bir ayrıntıymış gibi görünse de...

Allah'tan, yeni kadın başlıyor hayırlısıyla. Sular yükselecek denizin dibindeki kayaların üstü örtülecek. Teknemiz yoluna devam edecek.

Tekrarlardan bıkıp usanmakla tekrarlara mecbur olmak arasında bir hayat. Eyvallahsız olmak için tek tabaca kalmaya mecbur bir hayat. Orta yollar hep "eyvallah"lardan geçiyor.

Hep havadan oluyor bunlar. Açmadı ki güneş!



"Hiç bir zaman geç kalmadınız,
Kaç kere yoldan dönmüş de olsanız,
Kaç kere döndürülmüş de olsanız,
Dünyanın bütün günahını taşıyor da olsanız,
Hayatınızdaki her şeyden kendinizi suçlu hissediyor da olsanız,
Kendinizin “Yüreğiniz” tarafından kabul edileceğine inanmıyor olsanız da
Siz yine de “kendinize, yüreğinize” yürüyünüz....
Hiç kimse size inanmasa da, siz kendinize inanın."

Mevlana 


KİTAP: Arkadaşlar, Aşklar ve Çikolata (Pazar Felesefe Klübü'nü okuyup sevdiyseniz)
FİLM: Ejderha Dövmeli Kız (Beni çok rahatsız eden sahneler olsa da, son zamanlarda beğendiklerimden)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder