Hayatımda değişiklikliklerin mevsimi, sonbahar... Doğumgünüm, evlilik günüm, kardeşimin doğumgünü, işe başlama, işten ayrılma zamanlarım ve hayatımda artan biçimde kayıplar...
Babamı kaybettiğimde Ağustos'tu. Çok sevdiğiniz birini kaybettiyseniz bilirsiniz, acısı yanık gibidir. İzi geçmez. Üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin yara ısınırsa, kaldığı yerden yanmaya başlar.
Annem sevgili teyzemi kaybetti. Geçtiğimiz hafta. Acısını zihnimde canlandırmaya cesaret edemedim. Kardeş kaybetme duygusuna ortak olmaya hazır değilmişim. Teyzemi kaybetme acısını tercih ettim. Uzaktaki kaybı, günün telaşına karıştırmak kolay oldu. Bir hafta olmadan, kayınvalidemi kaybettik. Anne kaybetmenin acısı o kadar gözle görülür, o kadar somut ki... İnsan çok sevdiğinin, eşinin yaşadığı üzüntüyü seyretmeye dayanamıyor. "Yarabbim, mümkün olsa" diyorsun, "üzüntüsünü azaltabilsem". "o duygunun yarısını ben alabilsem". Mümkün olmuyor. Herkes kendi acısıyla kalıyor.
Doğumgünleri, ölümler birbirine karıştı. Başsağlığı ve doğum günü kutlama mesajları...
Günler günlere eklendikçe, öyle çok gün geçmese bile, içi boş hacmi kocaman telaşlar, gündemler, konular yeniden hayatımızın baş köşesindeki yerlerine yerleşiyor, fark ettirmeden...
Uğruna, ne zaman biteceğini hiç bilmediğimiz, bize hiç bitmeyecek gibi gelen hayatımızı harcadığımız saçma sapan ne varsa.
Bir çocuk yetiştirirken neyin önemli olduğunu öğretmeli? Aile mi, kariyer mi, doğruluk-dürüstlük mü, çalışkanlık mı, fedakarlık mı? Mutluluğa götüren yol hangisi?
Bir varmış, bir yokmuş
Yokluğu söylemesi zormuş...
Kitap: Kül Mevsimi
2 Ekim 2010 Cumartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder