17 Ekim 2010 Pazar

önemsiz

Yazacak çok şey var. Yazmak, herşey gibi yaptıkça yapmak istediğin birşey. Yapmayınca insanın isteği azalıyor. Nerden başlasam, bilemiyorsun... Hangisi daha önemliydi?
Neyin önemli olduğu bilmek hayatın amacını bilmek gibi. Bunu şıp diye bilenlerden olabilsem... "Önemli" olmanın kendisi de ayrıca önemli hayatta. Herşey, herkes önemli olmak istiyor. Daha önemli, daha az önemli. Öyle ya, önem bir seçim sonuçta. Ve her birimiz "seçilmek" istiyoruz. Seçilmek için harcadığımız çaba seçmek için harcadığımızdan daha az fazla, çoğu zaman.

Galiba içinden çıkamadığımız ne varsa bu seçme/seçilme denklemi içinde.
Hangisi, ne, kim daha önemli? Vazgeçilebilir olan ne?
Hadi daha da zor soralım: Vazgeçilmez olan ne?

İyi de vazgeçemediklerimiz en fazla önemsediklerimiz mi?
Bilmiyorum. Vallahi, bilmiyorum.

Bu hafta, yıllardır bizim evde çalışan kadını işten çıkardım. Daha önce defalarca yaşanan bir sebep yüzünden. Üstelik çok daha vahimleri yaşanmıştı, hepsini alttan almış, idare etmiştim. Ne oldu da ennn olmadık günde, saattte, öyle birden bire "sen artık bize gelme" deyiverdim. Bilmiyorum. Kadının kendisi de anlayamadı. Benim hayatıma yakın olmayan, beni tanımayan hiç kimsenin anlayamayacağı gibi...

Böyle olmak istemesem de, böyleyim. Bir son var içimde.Geri sayan bir saat gibi. Duruyor. Tık diye. Son ana iyice yaklaştığımı ben de fark edemiyorum. Saat tam sıfırladığında, öyle kendiliğinden bitiveriyor. Yapıverdiğim şeye ben de şaşıyorum. O kadar hazırlıksız oluyorum ki! Üstelik açıklanabilir de olmuyor. Herkese göre herşey çok yolunda görünüyor o sırada! Bir ben, bir de içimdeki o saat. Duruyoruz. Bitiyor.

Mide ağrısıydı sıkıntımız bu hafta. Bir önceki haftanın başdönmesi yerini mide telefiyetine bıraktı. İyi tarafı; günlerce birşey yemedim. Kötü tarafı; haftasonu hepsini telafi ettim!

Bugün, can arkadaşımın doğumgünü. O'nun için "iyi ki" diye başlayan onlarca satır yazabilirim. Ama "iyi ki" artık birşey ifade etmez.
Varsa bir can arkadaşınız, bilirsiniz. Sizin değildir o. Sizdendir. Bir parçanızdır. Eliniz gibi, kolunuz gibi... Tıpkı öyle varlığını fark etmezsiniz. Vardır hep. Yokluğunu bilirsiniz. Yoksa eksik olusunuz. Sakat kalırsınız. Tamam olmazsınız. Özensiz davranır, incitirseniz canınız yanar. Başkası incitirse, yine sizin canınız yanar. Dahası, bilirsiniz ki siz de ondasınız.

Sınanır ya herşey. İnsan dediğin en çok kendisiyle... "Mizacım" sandığın her şey, gün gelir sana uzak kalır. Hiç bilmediğin yollar fark edersin sana çıkan, hiç bilmediğin sokaklar... Girer içinde kaybolursun. Karanlıktır bazıları, çok korkutucudur. Korkmadığına şaşarsın.

İnsan kendini seçemiyor. Ne kadar uğraşırsa uğraşsın, değiştiremiyor. Bırakıp gidemiyor. Ama yol arkadaşlarını seçebiliyorsun.
Ben yoluma, bana iyi gelmeyen, gerçek olmayan ne varsa, kim varsa bırakıp devam edeceğim. Önemli olan gerçek olsun.

Zor biliyorum. Ama öyle istiyorum. Eyvallahsız.


'Temiz hissiyatlara ihtiyacımız var" diyor sırf iyilikten yana açılan aydınlık bir ağız, sevgili Yunus! "Duru" demek istiyor yani, eğilip bükülmemiş, sistemin pespayeliklerine, kalabalığın domuzca değerlerine katlanmak, uyum sağlamak için eksilip bulandırılmamış hissiyatlar Mutluluk, acı, öfke, aşk, gitmek, dönmek, karşı çıkmak Neyse ne, bulandırmadan yaşanmalı demek istiyor. ECE TEMELKURAN/EYVALLAHSIZ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder