15 Şubat 2012 Çarşamba

Plan

 
Taaa Şubat tatili zamanından beri, yazdıklarım kadar yazamadıklarım var. Koçluk eğitimde hissettiklerim var, sonra geçen haftaki development center var… Arada annemin hastalanmasıyla yaşadığım bir kötü gece var. Tüm unuttuğum duyguları geri çağıran. Araya girip, çıkan ama beni epeyce sarsan.
Böyle böyle sarsıldığım, etkilendiğim bir sürü şey olmamış gibi aynı ritminde, gündelik koşturması, alışkanlıkları içinde devam edip giden hayat var.
 
Sabah uyanıyorum. Ben kalkarken kocam çıkıyor. Hızlıca giyiniyorum. Makyajımı yaparken Nuray hanım gelmiş oluyor. Aklımda o günün detayları, Zeynoş’u uyandırıyorum. Bin kere öpüyorum uyanırken. Hiç itiraz etmiyor. O kadar tatlı ki! Kido’sunu içiyor. O’na ekmek kızartıp üzerine yağ sürüyorum. Yanına peynir koyuyorum. Yemesi için söz alıyorum. Sonra çıkıyorum. Arabada NTV dinliyorum. Haberlerden haberdar olmak için. Çoğunlukla gelir gelmez çay almaya iniyorum önce. Millete merhaba deyip odama çıkıyorum. Sabah geyikleriyle gün başlıyor.
 
Akşam eve gidiyorum. Herkes evde, beni bekliyor oluyor. Sofraya oturulup yemek yeniyor. Evin gündemi var. Zeynep’in okuldaki maceraları, yemek kavgaları, günün televizyon programı, işte olanlar, evin işleri, hafta sonu yapılacaklar/gidilecekler, eş-dost haberleri, tatil planları, …
 
Yemekten sonra mutfağı toparlıyorum. Evde dolaşıyorum. Bir şeyleri toparlıyorum, düzenliyorum, yerleştiriyorum. Arada annemi, arkadaşlarımı arıyorum. İçecek bir şeyler hazırlıyorum. Meyve soyuyorum. Salı değilse televizyonla işim yok. Ipad’de gazete okuyorum. Mail kontrol ediyorum. Zeynep bir şeyler anlatıyor (hep bir şeyler anlatıyor.) Duş yapıyorum. Kitaplarım ve dergilerimle odama çekiliyorum. Ama o arada Zeynep’i yatmaya ittirmekle geçen bir saatim var. Genellikle 11’den sonra yatağımdayım. Canım ne isterse okuyorum, yazıyorum. Bir saat, belki daha fazla… Yine sabah oluyor.
 
Bazen bir şeyler rutine uymuyor. Ya Zeynep’i bırakıyorum, ya akşam bir şey konuşuluyor, ya annem hasta oluyor, ya bir yerlerlere gidiyorum, vs.
 
Bazen kolaylıkla bütün bunların içinde akıp gidiyorum. Bazen hepsi zor geliyor. Hem alıştığım, sevdiğim şeyler, hem hiç konuşulmayanlar, yok sayılanlar ve her şeyi bu haliyle korumak için harcadığım ne çok çaba var…
 
Development Center çalışmasında geribildirimler aldım. Akıllı bir kadınmışım. Ama özellikle kendimi sürekli geride tuttuğumu fark etmişler. Öne çıkmaktan hep kaçınmışım. Sıcak biri olmama rağmen yüzümde incecik bir tül...
Sıra dışı mertebede görev adamı olduğum yine gorüldü. Benim gibilere “passionatily dedicated” denirmiş. Asker yani. O kadar görev adamı bir tipim ki ben, çalışmanın gözlemci yönergesinde benim kadar göreve sadakat öngörülmemiş!!! Allahın İngilizleri bile benim gibi bir cins olacağını düşünmemiş, iyi mi?
Ben şaşırmadım. Hepsini biliyordum. Her ortadaki işi görev, her görevi Allah’ın bir numaralı emri sandığımı fark edeli çok oldu. Ama fark ettim diye, törpüledim sanmıştım. Çok olmamış.
Bir uygulamada öyle dimdik (kazık gibi)e esnemez durdum ki, taaa oyunun sonunda niye hayatı bu kadar zorlaştırdığımı, niye yönergelerimi emir algıladığımı uzun uzun düşündüm.
 
“Cesaretle bir şey soracağım” dedi gözlemcim. “Tehdit olarak algılanmaktan mı çekiniyorsun acaba?” “Çok akıllısın, dimdik bir duruşun var, sımsıkı basıyorsun yere. Belki de herkesten daha fazla kapasiten var. Düşman kazanmaktan, hedef olmaktan mı çekiniyorsun?”
Cevabı bilmiyorum. Belki… Belki içten içe tüm bu kapasite laflarının gerçek olduğuna inanmıyorum. Başarısızlıktan, hayalkırıklığından korkuyorum. Belki başka bir şey… Belki hepsi.
Belki sadece tercih etmiyorum. Tercihim böyle biri olmak. Böyle tüm evrenle ve kendi kendimle daha fazla uyum içindeyim. Herkesin dikkatinin üzerimde olması özgürlüğümü kısıtlıyor gibi geliyor bana. Oysa ben özgür olmayı her şeyden çok önemsiyorum. Bir de kendimle ve evrenle uyum içinde olmayı istiyorum. Dengede olmayı… O nedenle bana ilkokuldan beri söylenen “kapasitesi gösterdiğinden çok daha fazla” geribildirimi hiç içime dokunmuyor. “Benim kapasitem”den bahsedenler ne demek istiyor, anlamıyorum.
 
İnsanlarla aramdaki tül perde aklımda. Eskiden bir duvar tarif ederlerdi. Tül perdeden memnunum. Bu da asker olmamdan. Biliyorum. Ben her hal ve şartta üzerime düşeni yaparım. İlgi, alaka beklemem. Hiç beklemedim. Aklıma gelmez. Dünyamda yoktur. O yüzden her iş bana yapışır ve hallolur. O yüzden etrafımda herkesin her işine gücüm yeter(!), yardım istemeyi bilmem, hayır demem.
İçimde olan biteni, yüzümün, gözümün halini bilen azdır. Perdeyi kaldırmaya cesaret eden de…
 
“Şimdi ne olacak?” derseniz. Bilmem… Kendim için bir plan yapacağım. Hayatımda bir denge bulacağım. Aklım, kalbim ve bedenim aynı yerde olacak. Ben de orada kalacağım.
 
Gelişim planına yazılır mı bu?
 
Bugün bir toplantı için saatlerce hazırlık yaptım. Gün bitti.
 
Yarın herşeye baştan başlıyorum.

"Bunun hiç başına gelmeyeceğini, gelemeyeceğini, dünyada bunlardan hiçbirinin başına gelmeyeceği tek kişi olduğunu sanırsın; sonra tıpkı herkese olduğu gibi hepsi teker teker senin de başına gelmeye başlar...  " Paul Auster/Kış Günlüğü
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder