Soğuk, yağmurlu bir Kasım günü. Bir kafede oturmuş, düşen yapraklara bakıyorum.
İnsanlar kafeye geliyor. Tek başına, kalabalık gruplarla, iki arkadaş… Henüz sabah. Çay içip kahvaltı edenler, küçük bir toplantı yapanlar, sadece gazetelere bakanlar, çayını içip kalkanlar, karşılıklı oturup hiç konuşmayanlar,… Dışarıda hava gri, rüzgarlı, soğuk. Ben üşüyorum. Çok erken saatte yağmurdan fena ıslanmış haldeyim. Kurumuyor üstüm başım bir türlü! Neredeyse hiç uyumamış olmama rağmen uykusuz hissetmiyorum.
Sabah çok erken kalktım. Gece fazla uyumadığımdan sabaha karşı ayaktayım. Gök delinmiş gibi yağıyor yağmur. Şiddetli. Yüzümü yıkıyorum. Giyiniyorum sıkı sıkı. Makyaj yapmak gelmiyor içimden. Yapmıyorum. O kadar otomatik hareket ediyorum ki sanki bir uzaktan kumandayla hareketlerimi yöneten biri var. (Yoksa var mı???)
Gece beni uykusuz bırak bir iş-güç nedeniyle yollara düşeceğim. Melek kızım uyuyor yatakta. Sokuluyorum yanına. Nasıl iyi geliyor nefesi, sıcaklığı… Allah’a şükrediyorum.
Uçağa yetişmek için birazdan çıkacağım. Kapıdan arabama gidene kadar, sırılsıklam ıslanıyorum. Belim, kazağım, tişörtüm, en içime kadar. Hala kurumayan soğuk ıslakla arabaya biniyorum. Öyle çok yağıyor ki yağmur, önümü zor görüyorum. Yollarda dereler akıyor. Gözlerimi kısarak yola devam ediyorum. Belimdeki ıslaklığın bütün gün süreceğini düşünüp sıkılıyorum.
Daha önce defalarca yaptığım bir iş için yola çıkıyorum. Bazen daha kolay, bazen daha zor… Her seferinde bende bir iz bırakan…
Aklımda Cem Mumcu’nun sözleri… “Ama en temel arzun ne? Bu caddede bu sokakta o arzuna dair ne var?”
Rüzgar artıyor. Masanın arkasında, tepede asılı elektrikli ısıtıcıdan medet umuyorum. Aklımda bin bir konu, ben en fazla belimdeki ıslaklığa takılıyımmm.
“Attığımız her adım, yaptığımız her işte kendimizi yansıtırız. Budur çözülmesi gereken bilmece.” Elif Şafak/İskender
20 Kasım 2014 Perşembe
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder