Yazı yazmanın zor günleri ... Nefes almanın, sabretmenin,
öfkeyi yutmanın, sabah uyanmanın, akşam uykuya yatmanın ... Yazmak zor, susmak
daha zor.
Oysa mevsimlerden sonbahar. Rüzgar başladı akşam
üzerleri. Yapraklar renk değiştiriyor, denizler tenhalaştı, şehirlerde telaş,
mahalle aralarındaki balkonlarda biberler, patlıcanlar asıldı. Domatesler
kaynıyor. Üstelik bayram geliyor.
Vicdansız, kalpsiz, korkak ama hepsinden daha utanmaz bir
kirli hesabın içinde evlatlarımızı toprağa veriyoruz bir bir. Boğazımda
düğümlenen öfkenin tarifi yok. İçimden geçenleri sayıp dökmek istesem ne derim?
“Terbiye” diye çocuklarımıza öğrettiğimiz kurallara uymak
ve duygularını kontrollü biçimde ifade etmektir. Terbiyeli çocuklar kavga
etmez, küfretmez, eşyalarını paylaşır, vaktinde yatar, dişlerini fırçalar, ödevlerini
yapar, rica eder, teşekkür eder, özür diler.
Sorumluluk alır, değer verir, karar verir. Vicdan geliştirir. Gel
gelelim bu ülkede terbiyeli çocuk fazla yetişmez. Biz ya itaatkar robotlar
yetiştiririz ya kural tanımaz zorbalar. Öyle ilim, irfan, vicdan, matematik,
sorgulama, düşünme, tartışma istemeyiz. Ama asıl sorumluluk sevmeyiz. Ne
yaptıklarımızın sorumluluğunu almayı ne sorumluluğu paylaşmayı...
Karşımızda bilmiş çocuk istemeyiz. Anasını babasını
sayacak, örfüne aidetine sahip çıkacak. Öyle uzun boylu “niye, neden, nasıl?”
deyip canımızı sıkmayacak. Bizi uğraştırmayacak. Bizden fazla bilmeyecek. Kızlarımız
börek pişirmeyi bilecek. Oğullarımız da şehit olmaya gidecek. “Düşman kim”
sorgulamayacak. Bu savaşı galibi nasıl olunur hiç birimiz düşünmeyeceğiz.
Böreğimizi yiyeceğiz efendi gibi, televizyonumuzun tam karşında. Yarışmadır, maçtır,
dizidir ne varsa seyredeceğiz. Zaten biz hep “seyirciyiz.”
Batıya tam bağımlı “ara elemanlar” olarak batılı değerlere
verip veriştireceğiz. Demokrasi, eşitlik, özgürlük, adalet falan ... Çok dert
etmeyeceğiz. Ettiğimiz her küfürde ezikliğimizi unutacağız.. Vicdanımızı çoktan
taşere etmiş olduğumuzdan sadece çıkarlarımızı düşüneceğiz. Sosyal medya
üzerinden kahramanlığı kimseye bırakmayacak, bir nesil ödemekle
bitiremeyeceğimiz dış borcumuzu dert etmeyeceğiz. En az üç çocuk yapacağız ki
herkes doktor, mühendis, avukat olmak zorunda hissetmesin kendini... Bu millete
asgari ücretle çalışacak adam lazım zira. Çocuklarımızın sağlığı, eğitimi,
geleceği tarafını çok düşünmemize gerek yok. Kısmet neyse o olacak. Bize
benzemeyenlere düşman olacağız. Hele “seyirci” halimizi yüzümüze vurana, bize
ayna tutana...
Terbiyesiz, vicdansız, zorba mahalle kabadayılarına oy
vereceğiz. Onlar terbiyesizleştikçe ezilmişliğimizin intikamı almış gibi
hissedeceğiz. Hayranlıkla karışık bir itaatle, zorbalıkla özdeşleşeceğiz. Bize iyi gelecek. Güçlüymüş
gibi hissedeceğiz. Söyleneni yapacağız. Duyduğumuza inanacağız. Evlatlarımızın
hayatı, sadece kendisine söyleneni yapan bir grup insanın insafına kalacak.
Büyük laflar eden adi zorbaların emriyle evlatlarımızı bir bir toprağa
vereceğiz. Ama arkasından çok fazla feryat etmeyeceğiz.
Biz zaten hep seyirci değil miyiz?
"There's condition worse than blindness, and that is, seeing something that isn't there." Thomas Hardy
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder