Sabah kalkınca ne yapacağımı bilmek iyi geliyor bana. Kalkıyorum, çay suyunu koyuyorum. Kızımın kahvaltısı, meyvesi, kendi kahvaltım, arabaya biniş, yolu falan fark etmeden işe geliş. “Ayyy bu ne öyle, robot gibi?!” diyenlere sözüm yok. Haklı olabilirsiniz. Ben memnunum.
Benim heyecanlarım başka (başkaydı). Misal
ben akşamdan ne giyeceğini hazırlayamayanlardanım. Zira, genelde akşam yattığım
ruh haliyle sabah kalktığım bir birini tutmaz. İçimden ne geleceği belli olmaz. Sabah
kalkınca “şimdi ne giysem?” heyecanım
vardır. İlla ki anahtarımı bulamam çıkarayak. “Araba anahtarı neredeydi
yahu???” heyecanım vardır.
Sonra mizah dergilerimin çıkış tarihini beklerim,
heyecanla. Eve gidene kadar sabredemem. Mutfakta usta değilim, yeni bir tarif
denerim, ölürüm heyecandan! Denizin kokusu, sabah fırından gelen ekmek kokusu,
görmediğin bir yere seyahat, okulun son günü, yağmurlu havada evimde çay keyfi,
soğukta battaniyenin altı, bayramda annemin evinde tatlı, yeğenimin küçücük
çorapları, arkadaşlarımla bir sade kahve…
Dertlerin de bu çeşidi vardır. Mesela, hep
gittiğin kuaförde manikür yapan kız işi bırakmış, büyük dert. Çocuğunun
okulunda çıkan yemeklerin yağı, iş yerinde bitiremediğin işler, mahkeme duvarı
kılıklı iş arkadaşları, trafiğin her gün adamı çıldırtması…
Böyle küçücük, önemsiz, sıradan bir hayatı
çok sevdim ben. Meğer bu hayat sandığım
kadar sıradan, küçük, önemsiz değilmiş. Bir armağanmış, bir lütufmuş. Meğer
memleket yerinden oynarken heyecandan, neşeden, kederden bile utanır olurmuş
insan. Anladım.
Şimdi hızla yere çakılmakta olan bir uçağın
yolcusu gibi hissediyorum. Hala yaşıyorum, birazdan yere çakılacak olsam da
aklımla bildiğimi kabul edemiyor, bekliyorum. Etrafa bakıyorum. Bir mucize olur
mu?
“Coğrafya kaderdir” İbn Haldun
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder