Bir başka havaalanı yazısı… Eve dönüyorum.
Tam karşımda bir çift keyifle tavla oynuyor. Ne güzel!
Hafta sonu bir telaş, bir yorgunlukla geçti… Evdeki boya, sonrasında bitmeyen işler, oradan oraya eksilmeyen gidip gelme de olunca, dün akşam yorgunluktan ailece telef olmuştuk. Böyle zamanlar evliliğin sırat köprüleridir. Ya aşarsın ya düşersin. Şükürler olsun bir kere daha atlattık.
Cumartesi öğlen evin her yeri her yerde, mutfak masasında kahvaltı kalıntıları, her odada bir boyacı falan varken ben kısa bir mola için çayımı alıp televizyon karşısına geçtim. Malum CHP Kurultayını seyrediyordum. Kızım babasıyla piyano kursuna gitmişti. Reklam başlayınca diğer kanalları gezerken birden bir mucize oldu! Televizyon’da Mavi Ay!
Herkesin hayatında yer eden unutulmaz bir dizi var mıdır, bilmem. Benim için Mavi Ay başlı başına bir tutkudur. İlk seyretmeye başladığımda ortaokuldaydım. Gecenin bir yarısı başlardı, Cuma geceleri. Tek başıma oturup beklerdim. O yaşta neye bayılıyordum bilmiyorum. Ama tek kelimeyle bayılıyordum. Hiç bir bölümünü kaçırmadım. Bir sürü bölümünü videoya kaydettim. ( O zaman videoya kayıt yapma diye bir şey vardı). Bruce Willis benim için sadece David Addison’du ve ben hayalimdeki adamı bulmuştum. Bir de Maddie Hayes vardı. Gerçek bir sarışın.
İlle de kot pantolon olmadı yine de pantolon giyen biz genç kız özentilerinin hayatına etekler, elbiseler, kısa topuklu stilettolarla giren; tüm kıyafetleri açık, uçuk pembeler, kremler, maviler olan; bir kere bile siyah, kahve, lacivert falan giymeyen güzel kadın… Hep hızlı hızlı yürüyen, uyandığı bile kirpikleri rimelli.
Bir de sevgili kardeşimle birlikte izlediğimiz bir gün bana dönüp “ne kadar güzel, değil mi?” dediğini hatırlıyorum. Herhalde henüz ilkokula gidiyordu.
Bu cumartesi yayınlanan ilk bölümdü. Henüz tanışmışlar. O zamanlar David Addison sandığımız Bruce Willis’in hala saçları var. Çok güzel bakıyor, çok güzel gülümsüyor, çok komik, çok çekici!
Bugünkü gözle baktığımda da Maddie hala muhteşem! Enfes elbiseler, kruvazeler, yırtmaçlar, ipek ya da saten gömlekler, ojesiz tırnaklarla benim için tek stil ikonu.
Bir de o unutulmaz iç çamaşırları. İlk defa görüp gözlerimizi alamadığımız, “büyüyünce” Maddie gibi sadece onlardan giyeceğimize çok inandığımız eflatun, gri, mavi babydoll’ler, saten gecelikler, … (Bu konuda gençken kurulan hayaller ve gerçeklerle ilgili enfes bir bölüm High Fidelity’de vardı. Okurken gülmekten kendimi alamamıştım)
Sıkıcı, kuralcı, kontrollü görünmeye çalışan, kendini bir arada tutup karizmasını (aman ha) kaybetmemeye çalışan çok güzel ve aslında çok komik bir kadın.
Seyrettiğim bunca film, dizi falan içinde hala aşık olunası tek karakter David Addsion!
Bir de o aralarındaki elektrik, aşk, …
Kafiyeli konuşma ustası, gamlı baykuş bayan Topesto ve diğerleri de var.
İşi-gücü bırakıp, başka ne varsa unuttum. Oturup seyrettim. Her ayrıntının keyfini çıkararak…
Haftaya yine yayınlanır mı, ben yakalayabilir mıyım? Vallahi elimden geleni yapacağım. Tüm yayınları da takip eder oldum. Olur ya, belki bir başka gün, bir başka saatte de yayınlanıyordur…
Kardeşim demişken; O, yıllar içinde tarzını hiç bozmadı. Maddie tadında sarışın hatunlardan şaşmadı. Bir tanesiyle de evlendi.
Ben, David’den başka bir hayali kahramana aşık olmadım. David Addison’a benzer birine de rastlamadım. David Addison’dan sonra hayallerimin aşkı olabilecek tek kahraman Shrek oldu.
"Sen neye hazırsan, o da senin için hazırdır." Marc Victor Hansen
24 Mayıs 2010 Pazartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder