19 Ağustos 2010 Perşembe

hangisi?

Düşünce mi duyguyu başlatıyor, yoksa duygular düşüncelerimizden önce mi? Düşünme istemliymiş, yönetilebilirmiş gibi; duygu dediğinse yönetilemez sanki... Öyle mi? Düşünmek istemediğini düşünmemek mümkün mü? Cümlenin içinde "istemek" ya da "istememek" geçince aslında düşünmeyi başlatan (ya da bitiren) yine bir duygu olmuyor mu? İstemek yeter mi gerçekten? Peki "istemek" (ya da istememek) ne kadar elimizde? İnsan istediğini istemez yapabilir mi kendini?

"Bir şeyin aslından değil, kışkırttığı fikirler ve rüyalardan haz almayı öğren. Çünkü hiçbir şey olduğu gibi değildir. Rüyalar hep rüyadır. Bu yüzden dokunmayacaksın hiç birşeye. Rüyanda dokunduğunda ölür gider, dokunduğun nesne bütün benliğini doldurur sonra." Huzursuzluk Kitabı/Fernando Pessoa

Bu yazıyı yazdığım gün, pazardı. O sabah sevgili kardeşim İngiltere'den geldi. Bir eğitime katılmak için gitmişti. Güzel gelinle O'nu almaya gittik havaalanına. Kardeşimin eşi güzel bir kız. Hani "beauty is skin deep" palavrasını kastetmiyorum. Bildiğin güzel. Dünya gözüyle. Sarışın, yeşil gözlü, 1.80 boyunda, incecik. Üstelik bir de sevgi dolu, sabırlı, anlayışlı ve becerikli. Bunlar yetmiyormuş gibi bir de hamarat. Gece vakti canı tatlı istedi diye kocaya 20 dakikada enfes irmik helvası yapabiliyor mesela ya da ne biliyim, mantı, börek açabiliyor. Marifeti öyle fırında tavuk yanında pilav falan kadar değil yani. (Ki benim ayarımda fırında tavuk dediğin de epeyce bir marifettir)
Hani Amerikan icadı değerlendirmeler vardır; "işi becerecek kapsitesi var mı?" Var; "istekliliği var mı?" Valla, o da var. Kızımız hem "capabile" hem "willing". (Ki, bu durum terfi gerektirir). Dönüp kendime bakıyorum; boy, pos, endam konusunda bir iddiam yok. Üstüne mantı yok, börek yok, irmik helvası hayatımda yapmadım. (Fakat hepsinin iyisinden acayip anlarım.) Becerebildiklerimi yapma konusunda isteğim de yok. Mümkünse kahvaltıyı bile dışarıda yapmak istiyorum, bir çay servisi falan yapan olsun diye. Bu durumda ben "not capabile and not willing" kategorisine giriyorum. (Ki, bu durum kişiyi o pozisyondan almayı gerektirir!!!)

Özetle, kardeşimin doğru bir seçim yaptığını söyleyebiliriz. Var böyle hatunlar etrafta. Kimi erkekler şanslı! Ben de bulunduğum yere şükretmeliyim yatıp kalkıp ama insanoğlu nankör tabii. Nerdeee....

Bu hafta içi kızımın sınıf arkadaşlarının anneleriyle buluştum. Ev hanımlığı günlerimden eşim-dostum. Bir başka eski dostumla buluşmaya Karaburun'a gitme niyetim de vardı. Sevgili arkadaşımla sık görüşemiyoruz. O, benim hayran olduğum insanlardandır. Hani bir ömre birden çok hayat sığdırmayı beceren, hayalleri peşinden gidebilen, kendine dürüst olabilenlerden... Çılgın değil ama cesur, samimi, kararlıdır. Bana çılgın olmadan cesur olunabileceği gösteren, denemekten vazgeçmeyen hali iyi gelir. Bir de anlaşıldığımı hissettirir bana. Çırılçıplak yakalanmış gibi değil, bir hatan anlaşılmış gibi değil, açıkta kalan kusurlar kapatılmış gibi hissettirerek...
Bu sefer denk getiremedik. Belki bir dahaki sefere…

Karmakarışık rüyalar, erken biten uykular, sıcak bir yaz, bazen hiç geçmiyormuş gibi, bazen ucunu yakalayamadığım zaman... Bazen bir yere saplanıp kalmışım duygusu, bazen de bir şeyleri kaçırıyormuşum gibi bir telaş.

Bunları yazıp yayınlayamadığımda pazardı. Birden hafta sonu oldu. Bu hafta sonu arkadaşlarla güneye gitme niyetindeyiz. Ekincik'e. Benim için zorunlu bir haç seferi gibi olan rotada, Gökova’dan kıvrılarak aşağı inecek, o tepeden bakıp denizi ve asfalt üzerinde sıcağı göreceğim. İşte o zaman, bir yaz daha geçtiğini fark edeceğim. Sonra, tüm günü teknede geçirip, denize doyacağım. Manzaraya hayran olacağım. Kızımın çığlık çığlığa tekneden atlayışına bakıp, O'nu her gördüğümde içimin titremesine sevineceğim. Şükredeceğim.

"Hiçim ben.
Asla birşey olmayacağım.
Birşey olmayı isteyemem.
Öte yandan, bendedir bütün düşleri dünyanın..."
Tütüncü/Fernando Pessoa


Ece Temelkuran okuyorsunuz değil mi? Artık Habertürk'te. Mutlaka!
Kitap: Bu ara polisiyeler üst üste geldi. Ama bir tavsiye yok.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder