8 Kasım 2011 Salı

Referanslar

İnsanoğlu çocukluğunda ne yaşamış olursa olsun, hepsini unutur, annesinin referanslarını benimseyerek yaşarmış. Bu toplumun nesiller boyunca aynı kültürü korumasını açıklarmış.

Bayram tatilinde hayalim tavanı seyretmekken yaptıklarım bambaşka.

Benim hayatım anne referanslarının çoğunu benimsememek ve bununla baş etmeye çalışmak üzerine… Artık anneme kızgın değilim. 38 yaşına girmiş, kendisi anne olmuş ve kendi zaaflarına dair epeyce emek vermiş bir kadın olabilmiş olmaktan memnunum. Artık annemi sadece “annem” olarak değil, bir başka kadın olarak değerlendirebiliyorum. Onu anlıyor, hak veriyor, affediyorum. Anlar var hayatımda, kendimi küçücük bir çocuk gibi hissettiğim. O anlarda içimi acıtan anılar var. Ama biliyorum, bu yaşamın bir parçası. Çocukluk başlı başına bir travma, herkes için. Sonunda böyle bir kadın olmama neden olan bütün iyi ve kötü sebepleri anlıyor, teşekkür ediyorum. Sadece annemle değil, ebeveynlerimle ve kendi süper egomla kavgayı bıraktım. Uzlaşmaya çalışıyorum.

Anne-babasını (toplumu) referans alıp benimseyen normallerin hayatı benim gibilerden çok daha kolay. Ben hep ayrık otu oldum. Ufacık çocukken de böyleydim, gençken de, şimdi de…

Bu işin iki zor tarafı var: Bir tanesi çoğunluğun dışında olmak, hep yalnız hissetmek, hatalı/arızalı hissetmek…
“Amaaan ne var bunda” demek o kadar kolay değil. Tamam, sonunda kendine benzeyen birilerini buluyor, arkadaş oluyorsun. “Oldu işte, diğerleriyle de görüşmeyiveririm” olmuyor. Diğerleri tüm hayatını oluşturuyor çünkü. Onlar birlikte çalıştığın insanlar, iş arkadaşların, patronların, astların/üstlerin, kuzenlerin, komşuların… Sürekli kendini ifade etmemeyi öğreniyorsun. Ya onlarla benzer düşünüyormuş gibi davranacaksın (bu insanı kendine yabancılaştırıyor) ya da sessiz kalacaksın (bu da yalnızlaştırıyor).
Amaaa bundan daha zoru var. Herkesin ortaklaşa benimsediği referans setinin çoğunu benimsemedin ve çaktırmadan da olsa, ayrıkotu tadında yaşamayı kabullendin diyelim. İyi de senin de referanslara ihtiyacın var. Genel geçer olanları beğenmeyince, kendi referanslarını bulman gerekiyor. Hadi bakalım!

“Çocuğun okul başarısı hayatı için çok önemlidir. Anne baba olarak çocuğumuzun hayatını buna göre düzenlemeli, çocuğumuzu takip etmeli, televizyon, bilgisayar, vs gibi uyaranları okula göre planlanmalı, hep birlikte bu konuya önem ve öncelik vermeliyiz.”

“Çocuğun beslenmesi annenin en temel sorumluluğudur. Sebzeleri yemeğe mutlaka alışması, sofrada önüne konanları ayırt etmemesi vs. lazımdır.”

“Evin kadını evde yemek yapar. Evdeki yemeği dert edinir. Bu konu hayatının önceliklerindendir.”

“Aile sorumluluğu ve annelik bir kadının hayatındaki en temel ve en önemli iştir. Bunlar için her türlü fedakarlığı yapmak kadının mutluluk kaynağıdır.”

Hemfikir miyiz? Değil miyiz?

-Ne yani, okul başarısı önemli değildir midir? Okumasınlar, manav, tamirci, kuaför falan olsunlar o zaman. Okul varmış yokmuş aldırmayan çocuklar ne isterse yapsınlar, bizde seyir mi edelim?

-Oldu, bırakalım o zaman çocukları habire çikolata, gofret yesinler. Zekaları gelişmesin, büyüyemesinler, vitaminlerini alamasınlar öyle mi?

-Sürekli dışarıdan mı yenecek o zaman? Ya da bir şey yenmeyecek mi? Oh, ne güzel hayat! Tembelliğin kılıfı valla, ne güzel!

-Bencilce yaşayalım o zaman. Kediler gibi. Evmiş, aileymiş, çocukmuş ne halleri varsa görsünler.

Sorun bakalım kendinize, sizin bu konulardak referansınız nedir? Sakın “referansınız ne değil” diye sıralamaya başlamayın. O işin en kolay, en kaçamak yolu! Red ettiklerini sıralayıvermek kolay. Ama yerine yenisini koymak zor.

Yeni bir tarif, yeni bir referans bulmak ruhu yoruyor. “Bu bana uymuyor” dediğimizde, aklımıza geliveren genel geçer olanın öbür ucu. E, öbür uç baştan negatif zaten. Hepten içimize sinmiyor, hiç mi hiç uymuyor. “Bu durumda yine en iyisi herkesin dediğine ucundan kıyısından, kendi yorumunla (!) adapte olmak” oluveriyor.


İşte ben böyle bin tane klişenin hepsinde klişenin tam tersiyle ilişkilendirilme potansiyelini taşıyan biriyim. Ne anne, ne eş, ne kadın olarak klasik referansların hiç birine ikna olamadım. Aklım fazla geldi.
Dedim ya çok derdim değil ayrık otu olmak, sessiz kalmayı öğrendim, (yalnızlık bazen içimi acıtsa da)zor olan kendi referanslarımı bulmak, onları tek başıma takip etmek, yolu kaybetmeden... Anne olunca bu daha da zor…

Ana-baba referanslarının resmi geçidi olan bayramlarda çok daha zor!

Adapte olmamayı kendim seçmedim. Olmadı. Beceremedim. Orta şeker bir tat bulup arada kaynayıp gitmeyi de beceremem zaten.

Yine de kaçmadım ben... Gözüm karadır. Cesaretim aklımın da yüreğimin de büyük olduğunu bilememden gelir.

Sessiz, görünmez olmayı beceririm. Kendi referanslarımı yazmayı da…
Steve Jobs kadar olmasa da “stay hungary, stay foolish” mottosunu bilmeden, muteber olmasam da kendim gibi kalmaya, kendi referanslarımı yazmaya, onlara inanmaya, veli toplantısına gitmemeye, evin aşçısı olmadığım için dertlenmemeye, elimden geldiğince “eyvallahsız” kalmaya çalışırım.

Öyle kuvvetli ki anababa referanslarının çekim gücü, sık sık yörüngemden savruluyorum, başım dönüyor. Midem bulanıyor. Küçük dünyam sarsılıyor. “Dönsem dursam şu yörüngede herkes gibi” diye geçiyor aklımdan. “Çoook bir farkım yok ki zaten!”

İstemiyorum. Ben hala gözlerimi kapatınca, çoook uzak bir yerdeki aydınlık balkonda hayal ediyorum kendimi. Yine kalabalıktan uzakta…

Kitap: Edebiyattan Pek Anlamam. (Tüm zamanların en etkili kitap ve yazarları hakkında bilmeniz gerekenler.)
Kitap: Lazzaro, Dışarı Çık/Andrea G. Pinkettes
Film : Tenten (3 boyutlu ve harika!)
Dergi: Psikeart Kasım/Aralık sayısı, Sabit Fikir

"Mutlu olduğunu hissetmek değil, mutlu olduğunun başkaları tarafından onaylanmasıdır önemli olan. Dışarıdan mutlu ve başarılı görünen bir hayatı sürdürmenin dayanılmaz ağırlığı. Ha bir de networking yapmayı unutma. Kendinle ilgili hava atacak bir konun yoksa, konuşacak birşey kalmamıştır artık. Sosyal medyada paylaşılmaya değmeyecek faaliyetler vakit ayırmaya gerek yoktur." Aysu Önen/Saçmalıklar Kitabı-Michael Foley eleştirisi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder