21 Mart 2010 Pazar

harika yol

Alice Harikalar Diyarında nefis bir film olmuş. Masal halini okuyup okuyup bir türlü tam anlayamadığım, sonra aslında büyüklere yazılmış bir kitap olduğunu öğrendiğim masal Alice Harikalar Diyarında. Dün bir de film olarak izledim. Çok sevdim. Anladım mı, bilmiyorum. Alice'e, her haline hayran olduğum Johnny Depp'in çanlandırdığı şapkacıya, bir de o kötü kalpli kırmızı kraliçeye bayıldım. "Sevilen olmak mı, korkulan olmak mı" tercihi arasında kalan kırmızı kraliçe sonunda diğerini beceremediğinden korkulan olmayı seçse de, kahraman olmak kaderi olan Alice O'nu yeniyor, Harikalar Diyarını kurtardıktan sonra asıl kendisini kurtarmak üzere dünyasına geri dönüyor. Sonrasını hayal etmek bize kalmış. Bir gemiyle, babasının bıraktığı yerden, Çin'e ticaret yapmak üzere, kendi yoluna koyuluyor... Red ettiği seçenek, red edilmesi hiç de zor olmayan pek çirkin, pek uyuz, duygusuz, pek sevimsiz bir lordla evlenmekti. Bence asıl seçim gerçekten yakışıklı, çekici, kendisine aşık, karizmatik bir lorda karşı hayatının yolculuğunu göze almak olurdu. Neyse ki Alice'imizi fazla zorlamadı hayat.

Haftayı nasıl geçirdiğime gelirsem; heyecanlı başladık. Annem ayak bileğini burkup tüm gün haber vermemiş. Akşam vakti ağrıya dayanamayınca aradı. Hadiii acil servislere... Neyse ki kırık çıkık yoktu. Fakat heyecan ve telaş bana yetti. 60 yaşını geçmiş, tombik annesi olanlar ne demek istediğimi anlar. Kırık en korktuğumuz şeylerdendir. Üstüne bir de buzzz gibiydi hava. Ama pırıl pırıl, aydınlık bir soğuk. Havanın aydınlık olması beni hep heyecanlandırır. Haftanın başını yürek çarpıntısına eşlik eden soğuk hava ama her an yaklaştığını bildiğim bahar sevinciyle geçirdim. Hafta boyu gelen-giden, toplantılar, canım arkadaşımın doğumgünü...
Haftanın sonuna doğru hava yumuşadı, üstüne çok sevdiğim insanlarla eğlenceli yazışmalar eklendi. Yemekler, haberler, planlar yapmalar, neşe... Evde tatlı kızımın bir tıkalı, bir akan burnu geçmedi gitti. Kocam yine uzaktaydı.

Haftanın sonunda hava değişti. Renk renk çiçek açmış ağaçlar, güneş ve iki gündür nihayet ılık, enfes bir hava. Bahar! Boğazımda beni rahatsız eden bir ağrı kendini hissettirse de sokaklardaydım. (Dün gece epeyce hissettim bademciğimi)

Cuma günü bir arkadaşımla yazıştık. Hissettiğini öyle bir tarif etti ki kendimi içinde buluverdim. "Bir nehirde sürükleniyor gibiyim. Sanki kafamı kaldırsam boğuluverecekmişim gibi. Bıraktım kendimi bakalım nereye varacak." Sonra da dedi ki ;"Akışın tersine yüzecek gücüm var belki ama bunun için bir kesin bir amacım olmalı".
Benim hiç "kesin bir amacım" oldu mu hayatımda diye düşündüm. Nehrin tersine yüzme cesaretini toplayıp tüm gücümle yüzmemi gerektirecek... Bilemedim. Galiba ben hep akışa bıraktım kendimi. Bırakmadığım oldu mu?

Cuma bir de Kaan Sezyum'un yazısını okudum. Eğer hala okumadıysanız mutlaka bulup okuyun. Eşini ani bir beyin kanamasıyla yitiren Kaan Sezyum duygularını anlatan bir yazı yazmış. Birini yitirmeyi, özlemeyi ve o çaresizlik duygusunu daha güzel ifade etmek mümkün mü bilmiyorum. Benim okuduğum en güzel yazıydı. Yazdığı her şeyi hissetmiş bazılarını hala hisseden birisi olarak, tekrar tekrar okudum. Tüm kalbimle sabır dileyerek.

Baharla günler uzuyor. Bana yaşama sevinci veren zamanlar geliyor. Tişörtler, elbiseler, ıslak saçla sokağa çıkabilme özgürlüğü, aydınlık... Bendeki çelişkiler baki. Sonbahara hayran ama yazı seven biriyim ben. İnsanın hayran olduğu başka sevdiği başka olabiliyor işte bal gibi.

Hiç birşey değişmiyor gibi geliyor güne güne hızla eklenirken... Oysa her şey değişiyor. Yavaş yavaş. Öyle yavaş oluyor ki fark etmiyoruz. Bu benim 39. yazım. Başladığımda mevsimlerden sonbahardı. Ben işimden nihayet ayrılmıştım. Ev hanımlığında bir süre zaman geçirmeyi planlıyor ama emin olamıyordum. Hala eski işimi özlemiyorum. Ne hissedeceğimi merak etmiştim. Özlediğim şeyler var işle ilgili, bir de çok özlediğim insanlar. Ama hepsi o kadar. Öte yandan yeni işe adapte olmak sandığım gibi olmadı. Adapte ol ol, bitmiyor.

Saçlarım çok azalmış. Geçen gün fark ettim. Saçımı ördükten sonra bile her tokayla toplayamazdım. Şimdi at kuyruğumu her tokayla bağlayabiliyorum. Hala gür saçlıyım ama avucumun içine topladığım saçların bu kadarcık olduğuna şaşıyorum! Bir de nasıl oldu bilmiyorum ama yatağın sol tarafında yatar oldum.

"Ya bir yol açın, ya bir yol bulun ya da yoldan çekilin. "Konfüçyus

Film: New York I Love You (Mutlaka ama mutlaka. Çeşitli yönetmenlerden kısa kısa öyküler. Hepsi NY'da, hepsi enfes, hepsi birbiriyle bağlı)

Kitap: Avcunuzdaki Kelebek /Ahmet Şerif İzgören (Tüm Ahmet Şerif İzgören kitapları, henüz keşfetmediyseniz.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder