Bir tatilin daha sonuna geldik. Yarın dönüyoruz.
Sabah erken uyandım. Evin gerçek sahipleri işte. Misafirlerden geri kalanlar uyuyor:)) Ben sabahın tadını çıkarıyorum. Hava dışarıda hala dayanılmaz sıcak. Bu sefer evime dönmek için dakikaları saymıyorum.
Dün gece tuhaf bir rüya gördüm yine. Yine dedim çünkü galiba burada her gece tuhaf rüyalar gördüm. Bu seferkini henüz hatırlıyorum. Bir ev alıyoruz. Eve bayılıyorum! Çok büyük ve çok güzel. Fakat çok eski içi. Dolaplar, yerler,... Evde öyle çok dolap var ki, hem çok hoşuma gidiyor, hem de çok eski oldukları için ne yapacağımı bilemiyorum. Evin yeri de çok hoşuma gidiyor, fiyatı da çok uygun. Öyle mucize gibi birşey nerdeyse... Sonra o evin eski bir arkadaşımın babasının evi olduğunu öğreniyorum ama onlar bunu hiç çaktırmıyorlar. Bu arada rüyaya konu arkadaşımı da yıllardır görmüyorum. Görmeyi bırak haber de almıyorum. Velhasıl ev aldığım ama çok tadilat işim olan bir rüyadan uyandım. "İş" deyince nefesim daraldı birden. Beni bekleyen gündemi iki gün daha zihnimden uzak tutmaya kararlıyım.
Güzel kızımın çok sevdiği bir çift küpesi vardı. Kartanesi şeklinde küpeler. Banyoya girerken saçı takılmış küpesine, küpesi küvetin giderine kaçmış. Banyoda gözyaşları akarken çağırdı beni kuzucuğum. Çıkarmaya çalıştık ama beceremedik. O kadar üzüldü ki...
"Küpeyi kaybetmekten başka birşey annecim" dedi. "Biliyorum, yenisini alabiliriz. Ama Küçük Prens'te okumuştuk ya, Küçük Prens'in Tilki'ye bağlanması gibi bir şey. Ben çok sevmiştim küpelerimi. Orada bıraktığımı düşününce çok üzülüyorum."
Çok iyi anladım. Saçma bir küpe bile olsa bağlandığın birşeyi kaybetme duygusunun nasıl üzebildiğini bildiğimi söyledim. Güzel gözlerini sildim. Sarıldım. "Bazen" dedim, "olur böyle. İyi ki sadece bir küpe. Demek ki başka bir küpeye bağlanma zamanı, belki daha fazla seveceğin bir tanesine." Gece eve döndüğümüzde odanın kapısına asılı bir minik takı kesesi bulduk. Zeynep'in kaybettiği küpelere çok benzeyen bir çift küpe! Ariel Zeyno çok üzüldü diye kendisinin çok benzer küpelerini hediye etmek için bizim kapıya bırakmış. Çok sevindi küçüğüm. Üzüntüsü geçmedi ama teselli oldu.
Duygularını yalın ve etkili biçimde ifade etmesine hayranım Zeyno'nun. Bir sohbetimizde yaptığı bir tarif kuzey yıldızlarımdan birisi oldu. Yolumu kızımın tarifiyle buluyorum. "Aşık olduğunu nasıl bilir insan sence?" diye sordum. Hiç düşünmeden cevap verdi: O'nunla ilgili hayaller kuruyorsan, aşıksın demektir. Evet! İşte bu! Bu kadar basit!
Sana hayal kurduran her neyse/kimse ona aşkla bağlısın. Hayaller yoksa başka duygular olabilir ama aşk değil. Kızımdan öğrendim.
Zeyno'yla ilişkimiz onun gözünde, gönlünde nasıl merak ediyorum. Biraz da korkuyorum. Belki kendi annemle ilişkimi düşündüğümden. Annemle ilişkimizi tarif etmem zor. Temelde öyle çok çatışıyoruz ki! Fiziksel olarak ayrı olduğumuzdan temel çatışmalarımızın üstü örtülmüş hatta ben onları unutmuşum! Öyle ki hallettik sanmışım. Ama ne zaman aynı mekanı paylaşsak, hepsi su yüzüne çıkıveriyor.
Annem, anne rolünde tam bir "öğretmen".
Öğretmen de neyin nesi diyebilirsiniz, anlatmayı deneyeyim. Bizi tarif eden özelliklerden yola çıkarak 4 grup ifade ediyoruz koçlukta. Besleyici, savaşçı, vizyoner ve öğretmen. Hepimizde her birinden özellikler var ama doğal halimizde birisi daha dominant. Her dominant tarafın, eğer farkında olmazsak bizi karanlıkta bırakabilecek bir de gölgesi var.
Öğretmenler hep hataları bulan, kural/standart koyan, doğru/yanlış yaklaşımı olan, tedbirli, görev odaklı, hep bilgi ihtiyacı olan, kontrol odaklı, lazım cümleleri kuran kişiler. Benim enn uzak olduğum enerji öğretmen enerjisi. Annem için hayalperest olmak bir zaaftır. Gerçekçi olmak en gurur duyduğu özelliğidir. Çoşma, taşma, çok gezme ya da her hangi bir şeyin çok olması ennn sinir olduğu şeyler! Ölçülük erdemlerin en kıymetlisi!
Ve kusursuz , hatasız olma çabası. Herhangi bir durumda yanılması neredeyse imkansızdır annemin. De ki yanıldı, kabul etmez. Daima bir sebep bulur, bir dış etki. De ki onları da bulamadı, ciddi ciddi rahatsız olur, haksız ya da yanlış olmaktan. Bir cephe kaybetmiş gibi, yenilmiş gibi. En doğrusu onun bildiğidir ve risk alınamaz. Seyahatlere aylar öncesinden bavul hazırlar, gitmeden 2 gün önce bavul kapanır, asla yeni yemek denenmez, her yerde siparişler bellidir. Bir şehirde 20 senede yaşasa işi olmayan semtlere gidilmez. Herşeyin işe yarayacak, mantıklı bir amacı olmalıdır.
Bu kadının ömrü bana okul çantamı akşamdan hazırlamaya ikna etmeye çalışarak geçti. Ve geçen hafta bugün ben uçak saatinden yarım saat önce bavulu hazır olmamış bir kadın oldum.
Annem bizimle Kıbrıs'a gelmeyi ısrarla red etti. Aylarca... Niye? Teyzemler yeni gitmiş, annem daha iki ay önce gelmiş. Yani; ne gerek var? Ama Şafaklar ve biz evden çıkarken gözündeki pişmanlığı fark ettim. Sordum; kabul etti! Yoldan ve c.tesi buradan yalvardık da geldi. Neyse ki geldi. Bayram günü herkes buradayken evde tek başına kalacaktı. Neyse ki geldi derken "benim geleceğinizden daha yeni haberim oldu, yazlıktayken" demez mi??? İşte o zaman empati, koçluk, şudur budur kalmıyor. "Ama" diyorum, "bu kadar da olmaz ki!"
Tekamül yolum daha çoook uzun bloggerlarım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder