Bir önceki yazımdan sonrasını merak edenlere hemen söyleyeyim. Konuyu hallettim sayılır. Kolayca halletmişim gibi bir hava yarattıysam, aldanmayın. Aslında ne yapacağımı bütün gece uzun uzun düşündüm. Planladım. Cuma günü planım %100 işlemediyse de ilerledi. Kızdığım kişiyle aramız hiiiç bozulmadan konu toparlandı. Daha gidecek yolumuz var ama kalanı da hallederiz herhalde. Arayan soran arkadaşlarımın çoğunda canımın sıkkın olduğu duygusu yaratmışım. Doğrudur, ama asıl duygum öfkeydi. Gencecik, küçücük, yeni işe girmiş bir kızı korkutup kendi gücünü ispata çalışan birisi kızdırdı beni.
Dengi olmayanları korkutup yıldırma eğilimli, güçlü algıladıklarına karşı gayet kibar, düşünceli; kendinden zayıf algıladıklarına karşı acımasız, sert olan, terör severler hep böyle öfkelendirir beni. "Belki de başka yol bilmiyordur" demeye varmaz dilim. İstesem de...
Kosinski'nin Boyalı Kuş'u aklıma gelir. Öyle nefesim daralır. Boyalı Kuş'u nasıl tanırlar da daha çok gagalamaya gelirler? Nereden anlarlar?
Hafta sonumuza gelelim. Nefisti vallahi. C.tesi sabahı erkenden yola çıktık. Bizden bir gün önce varmış arkadaşlarımızla buluştuk, doooğru Uludağ'a. Bütün hafta yağmurlu ve kapalı olan hava günlük güneşlikti. Her yer karla kaplıydı. Manzara enfesti. (Ee ben şanslıyım diyorum, boşuna mı?) Ama benim için en unutulmaz olan telesiyejden uzanıp ağaçların tepesine dokunabilmekti! Öyle adrenalin sporlarıyla hiç işi olmayan ben, kayak yapanlara çok özendim. Çok ! İlk kayak dersimizin detaylarına girmeyeyim ama bilenler akıllarına benim iskeleden balıklama atlama çalışmalarımı getirsin. Oradaki görüntüden bile ibiş olduğuma eminim. Olsun, vazgeçmedim. İşşallah tekrar deneyeceğim. Kızım çok eğlendi. Kar oynarken, yerlerde yuvarlanırken... Kayamamak gururunu incitti, o ayrı. Ders alırken kendisiyle ilgilenilmedi diye afra tafra falan çoktu ama, olur o kadar...
İşin yeme-içme tarafına gelirsem (ki gelmesem daha iyi) sucuk ekmek, sıcak şarap, İskender, üstüne baklavalar, pazar günü Cumalıkızık'ta gözlemeler derken beni bir haftalık oruç bile kurtaramaz. Sanki haftasonundan daha uzun bir tatil yapmışım gibi, çok iyi geldi.
Pazar akşamı benim için yine Starwars gecesiydi. Ve fakat çok geç bitiyor yahu! Sürünüyorum. Yıllar yıllar sonra Jedi felsefesini dikkatlice dinleyince daha çok hoşuma gitti. "Korku gücün karanlık tarafına giden yoldur" dedi yeşil efendimiz Yoda. Bir de düşüncelerimizi kontrol etmeyi öğütlediler, algımızı bulandıracak düşüncelere izin vermemeye... Fanilerin zaaflarıyla Jedi'lerin yeteneklerinin en güçlülerinin sahibi genç kahramanımız Ani'nin karanlık tarafa yolculuğunu adım adım izledim. Kimsede olmayan güçlerine rağmen korkuları, kendini yeterince sevmediğinden sevilmeme ihtimaline karşı toleranssızlığı, öfkesi, güce teslim olmak yerine ona sahip olmak isteğiyle Ani üstün yeteneklerine rağmen, belki de onlar yüzünden hem evrene dengeyi getirecek umut hem de en zayıf halka...
Benden Jedi falan da olmazmış, anladım.
Oyun: Ali Poyrazoğlu/ İyi Günde Kötü Günde (Ali Poyrazoğlu izlemek hep çok keyifli)
Kitap: Kayıp Sembol (Bence hayalkırıklığı. Okumadıysanız, aceleye gerek yok)
Fırsat: Okullar hala tatil! Tatlı kızımı her sabah ve her akşam defalarca öpmek ve O'nunla gün içinde mesajlaşmak mümkün! Telefon da bonus!
"Cesaret, birşeyi yapmaktan altına edecek kadar korkmak, ama yine de yapmaktır"
David Mitchell-Siyah Kuğu Parkı
1 Şubat 2010 Pazartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder