27 Şubat 2010 Cumartesi

ipe sapa gelmez hikayeler

Bu yılı yağmurla hatırayacağım sanırım. Penceremdeki dağ manzarasının tadını doyasıya çıkardım.
Bunu yazarken yılları nasıl anımsadığımı düşündüm. Kesinlikle tarihleriyle değil! Benim için her yılı belirleyen çeşitli olaylar var. Şunun olduğu yıl, ondan önceki yıl, bundan sonraki yıl... Böyle düşününce bu yılda iz bırakan yağmurdan başka şeyler olduğunu fark ettim. Zamanın "şimdiki" olanına odaklanmak için sufilerin "dem bu dem, dem bu dem, dem bu..." diye zikrettiklerini yazmış Elif Şafak. Ben de deneyeceğim. Dem bu dem.

Bu akşam misafirim var. Kocamın işyerinden bir arkadaşı ve ailesi. Daha önce tanışmıştık. Sanırım bu üçüncü görüşmemiz. Benim aynı gezegenden olmadığım kadınlardan bir kadın. Kocasının annesi, hep endişeli, çok titiz, çok becerikli... Kendimi tarlada bir ayrık otu gibi hissettmeme sebep kadınlardan.
İkramımız her zamanki gibi "beginner" seviyesinde. Tramisu, kısır ve börek. Beginner migenner hepsini ben yaptım. Tramisu'nun kremasını hazırlarken koyduğum un , tam buğday unu olduğundan tramisu hafif kepekli!!! Un niye normal un değil derseniz, çakma ev hanımında tek tip un oluyor. Sofistike çeşitler bulunmuyor. Valla hepsi lezzetli oldu. Bunları hazırlarken mutfağın detaylarına hakim olup eve gelen kadına çok kızdım. Çakma da olsa kimselerin yaptığı işi beğenmemek her ev kadını gibi benim de hakkım!
Kadınların evlerinde kalıp çocuklarını büyüttüğü, kilo almayı hiç dert etmediği ve kimselere sinirlenmediği, kocaların çalışıp eve baktığı eski zamanlar şahaneymiş diye geçirdim aklımdan. Bu yaşam tarzına eski demek pek doğru değil tabii. Öyle çok hatun var ki evinde. Üstelik ev işlerini yapan başka kadınları beğenmeme hakları da var. Tek sıkıntı artık kimse rahatça kilo alamıyor. O güzel günler, hakikaten geçmişte kalmış.

Geçen hafta kontrole gittiğimde sohbet sırasında bunlardan konuşurken doktorum; "saçmalama seninki gibi kafalar evde oturursa nasıl ilerleyecek bu memleket" deyince bir hoşuma gitti. "Benimki" gibi kafalar...
Bu memleketi kalkındırma misyonunun haklı gururuyla geçirdiğim bir kaç saat sonrası benimki gibi bir kafa önce kendi beceriksizliklerini, üstüne evde yıkanmamış çamaşırları ve kötü ütülenmiş gömlekleri fark edince, sinirden bütün saçları kabardı. Eve gelen kadını paralamak, gömlekleri ütülemek ve ertesi günkü işleri toparlamak sırasında misyonu falan yedim!!!

Brezilya'da bir kadın doğum yapmak üzereyken ilgili iki doktor birbiriyle tartışıp sonra da kavgaya tutuşunca, arada kaynayan anne ve bebek kavga sonuna yetişememiş, ölmüşler. Pakistan'da da başbakan geçecek diye trafik durdurulup kimseye izin verilmeyince bir kadın arabada doğurmuş!
Dünyanın aydınlık yakasına bakarsak; Amerika'daki tüketimin tüm dünyada yapılabilmesi için dört buçuk dünyanın kaynağına ihtiyacımız olacakmış. Tüketim Avrupa'daki kadar olsun bari dersek, bize üç dünya lazım.

Bir kadının hayalindeki aşkı tarif eden ve çok ses getiren mailde dediği gibi insan heyecanla anlattığı ipe sapa gelmez bir sürü hikayeyi bir dinleyen olsun istiyor. Galiba insan, hikayelerini gerçek bir heyecanla, ilgiyle dinleyene aşık oluyor. Aşık olunca en ipe sapa gelmez hikayeleri ilgiyle, merakla dinliyor.
En büyük keyfi hikayeler biriktirmek olan benim için, blog işte böyle bir anlatma heyecanı. Bu heyecan belki de her filmi, kitabı detay detay hatırlamama sebep.

Bu akşam televizyonda nefis filmler varmış. Ben izleyemeyeceğim.

21 Gram: Hüzünlü, çaresiz, çok gerçek insanlık halleri. Sebepler, sonuçlar, haklı, haksız içiçe. İzlemediyseniz mutlaka!
Zodiac: Tempolu bir seri cinayet filmi.
Güvercin Kanatları: Bir Hanry James uyarlaması imiş. Daha önce izlemedim.

Arabada kızımın "en sevdiğin film hangisi?" sorusuna cevap veremedim. Sevdiğim çok film var. "Peki Starwars'da en sevdiğin kahraman kim?" sorusunun cevabı kolay: Benim kahramanlarım hep sakar, hep komik ama hep sadık dost robotlar C3PO ve R2D2 ve insan bile olmayan ama her dem usta; Yoda.


Ümit en son kötülüktür, çünkü işkenceyi uzatır.
Nietzche

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder