Rüyalarım meğere "hayır" değilmiş. Öyle göğsümde sıkıntı ve kaybettiklerimle ilgili rüyalar, bir başka kaybın haberiymiş. Neredeyse bir yıldır gitgide kötüleyen bir hastalığı olan arkadaşımızın oğlunu kaybettik. Ölüm keskin bir bıçak gibi kesiyor bir anda dünyayla bağlantımı. Yavaş yavaş geri dönüyorum. Yaranının sızısıyla... Sonra her yara gibi, geçiyor.
İlk defa babaannem ölmüştü. Hayatımda çok büyük bir yer kaplamasına ve bugün bile yaşadığım her şeyi O'nun başlı başına fenomen olan bakış açısı, özlü sözleriyle tanımlamama neden olacak kadar "özel" bir karakter olmasına rağmen, kaybı içimi acıtmamıştı. Epeyce yaşlı olduğundan mı, kendisini başkasının sevgisine hiç ihtiyaç duymayacak kadar çok sevmesinden mi bilmem, birşey yitirmiş gibi hissetmemiştim. O zaman fark ettiğim şey ardından böyle az üzülünen birisi olmayı hiç istemediğimdi. Üzülmedim diye suçluluk da hissetmedim. Üniversiteye yeni başlamıştım.
Babamın hastalığı üniversitenin son yılına denk geldi. Vefatı da.
İlk defa içimi yakan bir acı hissettim. Geçmeyen bir özlem. Zor toparladım. Toparladım mı bilmem.
Sonra hayat kolaylaştı. Öyle çok kolay içim yanmadı. Babamdan herhalde 2 yıl sonra köpeğimiz Üzüm ölünce annem öyle çok üzüldü ki, ben hala şaşırırım. Babamda da neredeyse o kadar üzüldüydü hani.
Çoook sonra tüm hayatın bir bıçak derbesiyle kesildiğini bir kere daha yaşadım. İlk defa bir arkadaşımızı kaybettik. Ufacık oğluyla uyurken kalp krizi geçirmişti. Öyle, birden bire. Akşam yemekleri, baharda gezmeler, pazar kahvaltıları, benim kızımı oğluna alma hikayeleri bitti. O gitti. Aklımın alması zor oldu. Belki o zaman eridi içimde bir şeyler. Sonra herşeyi daha fazla hisseder oldum yeniden. Ama bu seferki bambaşkaydı. Umutsuz bir hastalık şu bu bir anlam ifade etmiyor. Evladı yitirmek fikri nefesimi engelliyor. Geriye birşey bırakmıyor.
Rüyalarla başlayan uykusuz gecelerim zafer haftasını tamamlamak üzere.
Haftanın sonlarına doğru hava neredeyse bahara döndü. Hem yarın hem de pazar günü dışarıda olmak istiyorum. Gerçi pazar yine yağmur yağacakmış ama...
Bunca keder arasında minik bir cadıdan akıllı bir genç kıza evrilen (ama hala yarım akıllı) benim tatlı Mügü'mden enfes bir yazı geldi. Aşık olmak istediğini söyleyip aşkını tarif eden bir kadının ağzından... Mesajı paylaştığım kadınlar alemi bir bir döküldü.
"Hadi inşallah" dileklerinden, "sabah sabah dünyam döndü" diyenlere, samimi itiraflara, "aşk güzel de nereye kadar, sonra Seda Sayan'a döneriz allah muhafaza" sağduyusundan (!), kendi aşkını (en az yazıdaki kadar şahane) anlatanlara, yazıyla birlikte anılarını hatırlatan şarkılarla hayata bebekle birlikte göbekten dalan yabancı istilasının etkilerine kadar aşk, biz ve hayat yeniden bir aradayız.
He zaman, herşeye rağmen...
Bugün alıntımız bu yazıdan. Çok uzun olduğundan bir parçacık. Mügü'ye söz verdiğim gibi.
"Bir kaç çeşit yemek yapmak, İstiklal caddesinde sıkı sıkı elini tutmak, belki film izlemek ama mutlaka çekirdek çitlemek, bi yerlerde çay içmek, pazar sabahı kahvaltısı etmek uzun uzun, sahilde yürüyüş yapmak gibi küçük ama zor heveslerim var."
M. Yavuz Küçük'ün notlarından alıntı.
Bir kaç çeşit yemek yapmak dışındakileri bu hafta sonu yapmaya niyetliyim.
19 Şubat 2010 Cuma
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder