9 Ekim 2012 Salı

Hafif

Haftasonu Cirque De Soleil izledik. MUHTEŞEMdi.
En kıymet verdiğim şeyler bir aradaydı. Estetik, yaratıcılık, keyif ve başarı. Hayranlıkla seyrettim, avuçlarım acıyana kadar alkışladım.

Geçen hafta ilginç bir hafta oldu. İş yerinde değişikliklerin sosyal etkileri diye toparlasam münasip olur. Adalet değerim pek eğlendi. İbret dolu (haahaa)bir haftaydı. İşin geyik tarafı bir yana yorgunummmm... Şikayet değil de çaresizlik mi acaba hissettiğim. Bilemedim. Yoruluyorum  ve hep telaştayım.  Beceriksiz miyim ki? Toptan beceriksiz değil de beceriksizce hani. Var bir şey...

Geçen hafta bir de adım attım. İnsanlık için acıklı, kendim için büyük, dev bir adım! Herşey önce olumsuz duygularımı ifade etmeme, idare etme, sonra da birikmiş bir tepki verme patternim konusunda konuşmam ve düşünmemle başladı. Bir görüşmem sırasında başıma geldi (yine), ben bunu mentörümle konuştum. Derken bir arkadaşım kız arkadaşıyla olan bir konuşmasından bahsetti, ne zamandır yapmadığı, kaçındığı konuşmayı... Sonunda kızla ayrılmalarına sebep olan bu konuşmanın onu nasıl rahatlattığını söyledi. "Haffifledim" dedi. Meğer ne çok enerji harcıyormuşum...
Derkeeen ben bir mail aldım. Sadece işi düşünce beni arayan birinden... Ben ki iyi ve "nays" (nice) olma gayretinin sefil bir neferi ve içimde ne geçerse geçsin hep doğuştan BM iyi niyet elçisiymiş gibi yapmaların ustası olarak otomatik sempatik davranışıma geçiyordum ki, yapmadım. İçimden gerçekten geçeni yaptım. Ohhh! Mümkünmüş! İçimdeki sabotojcı "ama o zaman kimse sevmez seni" diyor. Hep iyi(ymiş gibi), hep kendine yeterli (ymiş gibi) olmayınca ya kimse seni sevmez, istemezse... İnanır mısınız bloggerlar, bu gulyabani beni korkutmuyor artık. Ben de bu durumu şüpheyle karşılıyorum. Korkusuz değil korkuya aldırmazım.  Benim ki Başka bir dert! Bu o kadar otomatik bir hal almış ki bende, ne yaptığımı sonra fark ediyorum! Dedim ya ustalık mertebesine ermişim, fark etmeden birden bire sempati(!) insanı olmuş, hayır dememiş, sevgi ve destek tomurcuğu(!) mooduna geçivermişim. Sonra da durup dururken içimden  bir Hulk çıkıyor diye geziniyorum.
Sözün özü bloggerlarım, sahte cennete veda! "Peki bunu sana ne hatırlatacak?" diye sordum kendime.      Bir fil! Salvador Dali rüyamdan bir sembol. "Peki o fili bana ne hatırlatacak?" Bilmem, belki bir dövme. Yaz başından beri yaptırmadığım bir yeni dövme.

"Gözlerimdeki şaşılık, duygularıma da düşüncelerime de sinmiştir. Mutluluğumda mutsuzluğum, umutlarımda umutsuzluğum, çareliliğimde çaresizliğim hep vardır. Bundan dolayı ben mutsuz mutlu, umutsuz umutlu, çaresiz çareliyim. Hayal kırıklığım, kırık hayallerim olduğunu düşündürür. Çalışır, kırıklarımı düzeltir; gerçek okulun kim bilir kaçıncı sınıfını bütünlemeye kalsam da geçerim." Ahmet İnam/ Kırık Hayallerimle Beslediğim Gerçek (Psikeart-Eylül/Ekim sayısı)

Psikeart'ın bu sayısı Hayalkırıklığı üzerine. Yine muhteşem!
"İlle de yaz" diyenlerle "bak, kışa bir başka gözle baktım şimdi" diyenler; her iki tarafla da aynı fikirdeyim.
Nefis bir İstanbul hafta sonuydu. Sonbahar, limonata hava, Beyoğlu çok güzeldi.
Bu şerrefsiz Satürn'den tam olarak kurtulamamışız meğer. Durumumuz daha iyi tabii ama bu sefer de paramıza dikkat edeymişiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder