Değerlendirmeye kaldığım yerden devam ediyorum.
Benim de yaşım olan 35 yaş (doldurdum aslında) zaten başlı başına bir değerlendirme noktası. Malum "tam ortasındayım yolun" duygusu... "Bu mudur?" sorusuyla "ya hayallerime geç kalıyorsam" kaygısı arasında bir yer burası. Hem kaybedecek çok şeyin olduğu hem de hala yeni bir hayat ihtimaline fırsat veren bir yaş... Belki biraz da o yüzden bu çakma evhanımlığı.
İşten ayrıldıktan sonra hemen bir başka işe geçme ile biraz "boş" kalma konusunu uzunca ve samimi bir keyifle tartıştığımız eski patronum (bir Alman) benden ısrarla bir süre hiçbirşey yapmamamı istemişti. Bana bu "boş" geçirilecek zamanın yaşamda bir kere sahip olabileceğim bir fırsat olduğunu ve kendimle ilgili kararlar için bu zamana ihtiyacım olacağını söylemişti. Bu boş zamanın içindeyken, "galiba haklı" diyorum.
Yaşamın başında çok fazla "seçim" şansınız olmadığını ya da yapacağınız seçimlerin sınırlı seçenekler arasından olmak zorunda olduğunu düşündüyseniz; yaşamı çoğunlukla görevlerden oluşuyor gibi algılayanlardan birisi olabilirisiniz. Benim gibi... Yani aslında yapmanız gerekeni yapmışsınızdır (yapacaksınızdır da) "seçim", hikayedir. Ben çok şeyi "yapmam gereken şey"olduğunu düşündüğü için yapanlardanım. O yüzden ne "istediğimi" bilemem. İstediğim şeyi buluna kadar bir sürü şey denemek yerine yerine yapmam gerekenleri yapıp, onları istemeyi öğrenmişim. O yüzden ben "hayır" diyemem. O yüzden liseyken "doğru xxx" derdi bana arkadaşlarım, sonrasında da "görev insanı". Şikayetçi değilim. Ama galiba beni sıkıcı bir insan yapan özelliklerimden birisi bu. Görev algıladığım şeyleri itiraz etmeden, sorgulamadan, sessizce, elimden geldiğince yapıp durmam... O yüzden kendime rağmen bir işi 11 sene sürdürebilirim.
"İyi de nasıl oldu da çakma evhanımlığına geçiş yaptın?" derseniz (dediğinizi varsayıyorum) sanırım görevlerimin bir kısmını tamamladığımı düşündüm (yani bunu hak ettiğime kendimi inandırdım), bir de işimde yaşadığım gönül yorgunluğunu daha fazla taşıyamaz oldum.
Yaşamı büyük ölçüde görevlerden oluşuyor gibi algılayıp, ne istediğimi bilemesem de ne istemediğimi bilebiliyorum. İsteklerinde epeyce korkak olan ben istemediklerimden vazgeçebiliyorum. En azından buna güç bulabildiğim için tüm kalbimle şükrederek... Birgün yapmadığım, cesaret edemediğim için pişmanlık duyacağım şeyler olabilir ama vazgeçtiğim için pişman olduğum hiçbir şey olmadı şimdiye kadar...
Çakma ev hanımlığı sayesinde çoook yıllar öncesinden beri bildiğim ama unuttuğum bir duyguyla tekrar buluşuverdik. Evde tek başına olmaktan duyduğum o tuhaf mutluluk... Önce taaa ortaokul yıllarımı hatırladım, sonra üniversitenin ilk yılını. Evden herkes gittiği benim tek başıma kaldığım, hatta tek başıma yaşadığım o eski günleri hatırlıyorum. Çook keyifliyim. Sonbaharla sararmış sokaklarda yürümüşüm, hava erken kararmış, üşümüş eve dönmüşüm. O sıralar çok sevdiğim müziği açmış evde ve tek başına olmanın keyfini çıkarmışım. Meğer ben hiç değişmemişim! Dinlediğim şarkılar değişmiş, okuduğum kitap, ama tek başına olmanın tadı aynı! Hep bildiğim ama unuttuğum birşey... Ben tek başına olmayı çok seviyormuşum. Hala! Sakin yanlış anlamayın, yalnızlık benim harcım değil, ben tek başınalığı çok seviyorum.
Seyahat etmeyi, uzaklara gitmeyi bir de... Yaşam gailesinin, hızının hatta zamanın akışının değiştiği uzaklara... Ağaçların üzerinde meyveler, tarlalarda ekinler, sokaklarda çocukların, tavukların olduğu uzaklara gitmeyi. Uzun uzun yürümeyi, durup oturmayı... Görmeyi, izlemeyi, dinlemeyi... Fazla söylemeden...
Çakma evhanımlığı sayesinde yaşamıma yeni eklenen keyif ise kızımla geçirdiğim zaman. Geçirilen zamanın niteliği önemli, niceliği değil laflarının ne kadar boş olduğunu yaşayarak görüyorum. Sabah yataktan zıplayarak ve sincap suratıyla kalkan kızımla saçlarını toplarken günü planlamak, akşam üzeri servisten indikten sonra asansörle eve çıkana kadar okulda olan herşeyi anlatmasını hayretle dinlemek (çünkü ben kızım okulda olan hiç birşeyi anlatmaz biliyordum), ödevlerini yaparken söylediği şarkıları duymak, benim normalde eve geldiğim saatlerde ödevlerini ve tabii şarkıları, günlük havadisleri falan bitirmiş kızımla akşamı televizyon kumandası kavgası ederek geçirmek, birlikte kek pişirip sohbet ederek geçirmek ne büyük mutlulukmuş!
Tüm bunlardan sonra hayat nasıl devam edecek? Çakma ev hanımı olmanın verdiği bu "derin" içgörü(!) ne işe yarayacak? Yani ne olacak bunun sonu?
Eylemle, gözlemle sınanmamış söylemlere fazla itibar etmemenizi şiddetle öneririm. Yine de merak ediyorsanız hepsi ve daha fazlası için bir sonraki yazımda olacak.
"Kulak eğer gerçeği anlarsa gözdür"
Mevlana Celalettin Rumi
Albüm: Makyaj Odası Şarkıları-Suzan Kardeş
2 Aralık 2009 Çarşamba
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder