Yılbaşı! Kaçınılmaz bir telaş var etrafta. Yılın başı/sonu diye birşey olmasa da ben böylesi zamanların vesile oldukları neşeyi seviyorum. Hele insanın sevdikleriyle birlikte yeyip içmeye sebep olan zamanlara bayılıyorum! Çook severim uzuuun oturulup kahkayla yanilen, içilen geceleri.
Bu hafta, bu zamana yakışır bir telaşın içine düştüm.
Haftanın başı (ya da önceki haftanın sonu) pazar akşamı pek güzel bir geceyle başladı. Yılbaşı gecesi provası tadında arkadaşlarla yenildi, içildi. İçildi de içildi. Çakırkeyif olundu (Hatta azıcık öteye bile geçildi). Herkes birbirini kameraya kaydetti, masada şarkılar, sebepsiz kahkahalar. P.tesi sabahı, akşamdan kalma falan, kalkılıp çocuklar okula bırakıldı, anneler kahvaltıya gitti. Kahvaltıcı ve akşamdan kalma annelerin, iş insanı olanları yılsonu münasebetiyle tatildeydiler. E tabii bu fırsat kaçırılmadı!
Derken haftanın diğer bir gündemi olan iş hayatına dönüş hazırlıkları telaşı başladı. Hafta kısa olunca, telaş kaçınılmaz oluyor. Yıllar sonra yeniden işe giriş evrakları hazırladım ki, sırf bu evrak hazırlama işini tekrar yapmamak için "bi'daha iş değiştirmeyeyim bari" diye geçirdim içimden. Arada yeni işyerimde bir yeni yıl etkinliğine katıldım falan filan...
Derken çoktandır görmediğim ama çok sevdiğim bir arkadaşım aradı. Buradaymış, yılbaşı nedeniyle. İstanbul'da yaşayan, benim yaşamımda çok yer etmiş psikodrama eğtimini paylaştığım bir can arkadaşım. Kendimi hep yakın hissettiğim, her gördüğümde daha fazla görmek istediğim... Kısacık zamanda bir sürü şey konuşuverdik.
Zaman kısacıktı, paylatıklarımız bir sürü; görüşmediğimiz zaman uzundu ama hiç olmamış gibi... Öyle kaldığımız yerden devam etmek değil söylemek istediğim, neysek onu paylaşabilmek.
Arkadaşlarımı düşündüm. Sevdiklerimi... Çok sevdiğim, yürekten sevdiğim arkadaşlarım var. Elbette kimini daha az, kimini daha fazla, kimini kısa, kimini daha uzun zamandır seviyorum. Öyle bir çizgi üzerinde önlü arkalı sıralı değil de , sanki aynı rengin farklı tonları gibi. Açıklı koyulu. Işığa göre, zemine göre, durduğun yere göre değişiyor bendeki rengin tonu, benim gönlümdeki renge göre dalgalanıyor işte...
-Gönlün her rengine uyan, gönül dostu (yeni adıyla ruh eşi) olur mu?
"Olur, olmaz mı hiç?" diyenlerdenseniz, çok şanslısınız!
"Nedir bunun tarifi?"derseniz, işte o zor. Bir kere emin olduğum, çok sevmek yetmiyor.
"O'nun yalan söylemeyeceğini, sırlarınızı kimseye anlatmayacağını, her sözünde, davranışında samimi, gerçek olduğunu bilmektir "derseniz; "onlar adettendir" derim. Sıradan bir ilişkinin, bir iş ilişkisinin bile, olmazsa olmazlarıdır. Herkeste bulunmaz bu özellikler ama bunlar yetmez de.
Az daha öteye gidelim o zaman.
"Benim zor zamanımda yanımda olmasıdır, ben kendimi kötü, kırgın, kızgın, yalnız, yenilmiş; ben kendimi zayıf, güçsüz hissediyorken, tüm dünya benin karşımdaymış gibiyken benim yanımda olandır"derseniz; "bunlar çok değerli" derim. Kıymetini bilmek lazım.
"Ben değil, o kendini güçsüz, zayıf, kırgın, kızgın, yalnız, korumasız, savunmasız, tüm dünya O'nun karşındaymış gibi hissederken bile benimle olandır. Kendisini koruma, savunma ihtiyacı en güçlüyken bile, kendini onarmak için beni terk etmeyendir. Beni gözleriyle görüp, aklıyla onaylayan, kınayan, beğenen, ayıplayan değil, bilmeden anlayandır; beni zaaflarımla kabul edendir, onaylamadıkları olsa da..." derseniz. "O'nu bulmuşsunuz!"derim. Sakın bırakmayın!
Var benim gönül dostlarım. Gönlümün her rengine uyan, her teline değen, benim değil, benden olan...
İki değil bir olabildiğiniz; eliniz gibi, kolunuz gibi, sesiniz, nefesiniz gibi sizden olan gönül dostunuzu, henüz bulmadıysanız bulduğunuz; bulduysanız hiiiç kaybetmeyeceğiniz yeni yıllar dileyelim.
"Sana dilsiz dudaksız sözler söyleyeceğim
Sana bunları herkesin içinde söyleyeceğim
Hiç kimse duymayacak, hiç kimse bilmeyecek"
Ahmet Ümit-Bab-ı Esrar
30 Aralık 2009 Çarşamba
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder