"Hayatta yapmaktan en çok keyif aldığım şey ne acaba?" diye düşünüyordum epeydir. Beni en mutlu eden şey? Düşünüp düşünüp bulamadıydım. Galiba "düşündüm" diye bulamadım. Çünkü zaten hep biliyordum.
Ben en çok seyahat etmeyi seviyorum. Her türlüsünü... Yola çıkıp gitmeyi, gidip de seyretmeyi... Havaalanlarını, otogarları, arabayla giderken gördüğüm yolları, bozkırı, ağaçları, tarlaları, insanları... Seyretmeyi, görmeyi, görüp duyduklarımı biriktirmeyi.
Gitmeler içinden en çok İstanbul'a gitmeyi seviyorum. Her seferinde hep aynı heyecanla, hep! İstanbul'da yaşamadığıma seviniyorum. Çünkü o zaman "İstanbul'a gitme" mutluluğundan mahrum kalacağım.
Dün hava güneşli değildi ama nefisti. Kapalı, yağmurun bir çiseleyip, bir durduğu...
Sabah ennn sevdiğim şeyi yaptım. Tek başıma kalabalığa karıştım. Amaçsızca yürüdüm kalabalığın içinde.
Kucağında beyaz minicik bir köpek, kulağında halka küpeler, pejmürde bir kıyafet ama ayağında en iyisinden dağcı ayakkabılarıyla evsiz mi, zengin mi, deli mi, yoksa sadece kendisi gibi mi olduğunu hiiiç anlayamadığım bembeyaz saçlı, 100 yaşında teyzenin yanısıra yürüdüm epeyce. Yanımızdan hepsi bir örnek kızlar, bağıra çağıra konuşan delikanlılar, turistler geçti. Kestane satanları, şemsiyecileri biz geçtik.
Kısacık saçlı, pırlanta küpeli, fit mi fit bir abinin cep telefonuyla tüm "k"leri "g" telaffuz ederek konuşmasını duyduk. Gayet şık takım elbiseleri ve laptop çantalarıyla dalgalı saçları hafif uzatılmış adamlar telaşlı telaşlı ilerlediler. Dükkanların önünde elleri cebinde etrafa bakan esnaf bize de baktı ama galiba hiiiç görmedi. Ellerinde bavullarla yürüyenler, bir kenarda saate bakıp bekleyenler, sokak arasında taburelerde oturmuş çay içenler, şapka, şemsiye ve pardesüyle kolkola yürüyüp sohbet eden beyefendi görünümlü yaşlı adamlar (ki içlerinden birisi adıyla sanıyla öyle bir küfür etti ki, cep telefonlu abinin yaşattığı şok hafif kaldı.)
Yol boyunca gördüğüm daracık sokakları, evler arasına gerilen ipe asılmış çamaşırları, aşağı doğru inen yokuşlarda oturanları da düşünerek, o karmaşaya meftun yürüdüm. Kim bilir kaçıncı defa... Sokakları ve İstanbul'u çok sevdiğimi bilerek.
İnsan sevdikleriyle ilgili genelde iki tutum izliyor. Ya sevdiklerinde hoşlanmadığın şeyleri (kusur diyebilirsiniz isterseniz, ben o kelimeyi sevmedim) görmezden geliyorsun, ya da onları da kabul ederek, onlara rağmen sevmeye devam ediyorsun. Ben sevdiklerimi kusurlarıyla, zorluklarıyla (adı herneyse) seviyorum. Kusurlarını sevmiyorum ama kabulüm. İstanbul'u sevmem de böyle. İtiraf etmeyim ki böyle sevdiklerimin sayısı çok değil...
Sonra üşüdüm. Ben de oturdum bir yere. Çay söyledim. Sonra bir tane daha.
Öğleden sonra yaşamın "gereklilikler" yüzüyle ilgiliydi. Bir iş görüşmesi. Bu yeni iş fırsatlarının bende açtığı kapıları da yazacağım sonra. Başka dünyalar, başka insanlar, başka düzenler... Bütün bunların bende yarattığı duygular. Yepyeni bir öğrenme oluyor benim için. Hem kendimle hem iş dünyasıyla ilgili...
Günün sonunda evime dönüp duşumu aldıktan sonra çoook yorgun yatağıma uzandım. Belli belirsiz bir sabun kokusu. Galiba bir de, sonunda eve dönmeyi çok seviyorum.
"Durumun anlaşılmasını kolaylaştırmak için adına "zaman" dediğim bir boyutta ilerledikçe ben, o boşluğun içinde kulağıma kelimesiz söylenen bu kopuk cümlelerle usul usul aydınlanarak yol alıyorum. Böylece bilmediklerim bir anda bildiklerim oluyor, birbirine eklenerek bir anlam bütünlüğüne doğru ilerlediğim bu parça parça bilgilerle ben bir biçim kazanıyorum. Biçim ya da geçici kesinlikler..." Geçici Kesinlikler Murathan Mungan/Eldivenler, hikayeler
Kitap: Murathan Mungan-Eldivenler, hikayeler (Mutlaka ama mutlaka !)
Elif Şafak-Kağıt Helva. (Meraklısına. Elif Şafak kendi kitaplarından alıntılar yapmış.)
16 Aralık 2009 Çarşamba
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder